Çetin Ünsalan – Gazeteci / [email protected]

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılında geldiğimiz noktaya geriye dönüp baktığımızda farklı görüntüler olduğunu görüyoruz. Elbette üreten sayımızdaki artış, üretebilme kabiliyetimizdeki yükseliş, teknolojinin gelişimiyle birlikte bambaşka noktalara dayandı.

Fakat kurulduğumuz yıllardaki gibi gerçekten üretime ve üretene inanıyor muyuz? işte burada soru işaretleri var. O yıllarda oluşturulan milli tasarruf ile milli banka, milli eğitimle milli teknolojinin çıktısı olarak oluşturulan milli olmak kaydıyla sanayi, tarım, savunma tekrar hatırlanmalı.

Hepsinden önemlisi daha o yıllarda Karadeniz Vapuru ve İzmir Enternasyonel Fuarı ile dünyadaki teknolojileri konuşan, ayağına getiren ve uluslararası pazarlamayı hayata geçiren bir Türkiye gerçeğini aklımızdan çıkarmamalıyız.

Bugün gelinen noktada elbette yol aldık. Fakat dış ticaret yapımızdan, kilogram değerlerimize kadar, iç tedarikle üretim yapmanın metotlarını geliştirmekten üretene sahip çıkmaya kadar uzanan geniş bir başlıkta ders çalışmamız gerekiyor.

Ben Türk üreticisine ‘21. Yüzyılın Şu Çılgın Türkleri’ diyorum. O kadar saygı duyulacak bir iş yapıyorlar ki, matematik ‘yapma’ demesine rağmen üretmekten, çalışmaktan vazgeçmiyorlar. İyi ki de vazgeçmiyorlar, zira onlar Türkiye’nin en büyük gücü. Çalışanıyla işvereniyle oluşturulan bu mücadeleci yapı, yarına ilişkin de en büyük teminatımızı oluşturuyor.

Ama üreteni ürettiğine pişman etmemek, haksız rekabeti önleyecek sistemler kurmak, mesleki eğitimden gelişimlerine kaynak aktarmaya, birlikte çalışmanın yasal alt yapısından finansmanı doğru kullanmaya kadar bir dizi destek ve eğitimle yarına taşımamız gerekiyor.

Ülkemizin en büyük sermayesi ne derseniz, sanayici ruhu derim. Yıllar önce bir gazeteci olarak rahmetli Asım Kocabıyık ile tüm güne yayılmış bir röportajı evinde yapma fırsatı bulmuştum.

Rahmetlinin anlattıkları, Türk sanayisinin yıllar içinde nasıl geliştiğinin de önemli örneklerini paylaşan cinstendi. Sorun yaşanmasına rağmen, eline geçen her sermayeyle makine alıp tekrar üretime yönelen bu ruhu kaybetmemiz gerekiyor.

Özel insanlardı onlar. İbrahim Bodur, Hasan Yelmen, Şevket Sabancı, Vehbi Koç gibi daha nice isimlerin bakış açısını unutmamamız gerekiyor. Çünkü en büyük gücümüz orada saklı. Yine yıllar önce PÜKAD Derneği’nin Kurucu Başkanı Muzaffer Tamer sanayiciliği tarif etmişti bana. Şöyle demişti: “Sanayicilik meyva bahçeciliğine benzer. Hasat almak isteyen eker ve mevsim sonunda ürününü alıp satar. Bu tacirdir. Meyva yetiştirmek ise emek ister. Ekersiniz, beslersiniz, bakarsınız, sabredersiniz ve süreç sonunda karşılığını görürsünüz. İşte sanayicilik budur.”

Nur içinde yatsın, o kadar güzel bir tanımlama ki…Gerçekten o emeği, koşullara rağmen üretme duygusunu kaybetmemeyi esas almalıyız. Cumhuriyetimiz’in asırlık hikayesinde çok zorlu yıllarımız da, güzel dönemlerimiz de oldu.

Ama yarına ilişkin güçlü, zengin, mutlu ve müreffeh bir ülke hayali kuruyorsak, işe hem iklimi üretimi teşvik eden bir yapıya büründürmekten, hem de sanayici ruhu desteklemekten başlamamız gerekiyor. Mutlu yıllar Türkiyem.