“Babalar ve Çocukları” röportaj serimizde firmalarını birlikte yönetmekte olan yeni ve eski kuşağı bir araya getiriyoruz. Ortak sorulara verilen farklı cevaplar, eskilerin tecrübesi, yenilerin teknoloji odaklı iş yapış şekilleri, bir ismin yıllar içinde markalaşması, kişilerin birbirlerine verdikleri tavsiyeler, bu röportajda okuyabileceğiniz başlıklardan sadece bazıları.

AS Metal Genel Müdürü Ayhan Necipoğlu ve AS Metal Teknik Müdürü ve Makine Mühendisi Serkan Necipoğlu “Babalar ve Çocukları” serimizin ilk konukları oldular. Mesleğe 10 yaşında bir tornacıda çırak olarak başlayan Ayhan Necipoğlu, yıllar içinde değişen ticaret yapılanmalarını, tecrübelerini, zorlu koşullarda ticari hayatına nasıl devam ettiğini ve gençlere tavsiyelerini paylaşırken, Serkan Necipoğlu, babasından aldığı iş disiplinini, firma olarak yeni çağa nasıl ayak uydurduklarını, değişen ticari yapılanmaları ve bir önceki kuşakla iş yapmanın avantajlarını paylaştı. Röportaj sonunda ortaya çıkan en net durum; tecrübe ve yenilikçi bakış açısı firmaların gelecek yıllara güçlü bir şekilde adım atmalarının en büyük anahtarı…

  • Öncelikle aile şirketi olmayı siz nasıl tarif ediyorsunuz?

Serkan Necipoğlu: Aile şirketinin anlamını kelimelere dökmeyi daha önce hiç düşünmemiştim ancak aile şirketi deyince aklıma ilk olarak bir kültürün, bir tecrübenin devam ettirilmesi geliyor. Avrupa’daki farklı şehirlerdeki farklı firmaların kuruluşlarının 1800’lü yıllara kadar dayandığını görebiliyoruz. Burada çok uzun yıllara dayanan bir anlayış ve deneyim çıkıyor karşımıza. Bu çok önemli bir değer. Aile şirketi, bütün o yaşanmışlığın yıllar içinde gelecek kuşaklara taşınması ve nesilden nesile aktarılması demek oluyor sanırım. Elbette, buradaki nesilden kastım sadece aile içindeki yapılanma değil. Özellikle, toplumda oluşan yeni nesillere aktarılmasından söz ediyorum. Çünkü o firmada üretilen iş, emek, tecrübe, bilgi bir süre sonra topluma mal oluyor.

“Biz Türkler ortaklık yapmasını bilmiyoruz”

  • Türk reel sektörünün gerçeği KOBİ’ler, onun da özelliği aile şirketleri… Geçmişten günümüze siz bu yapılanmaların gelişimini nasıl değerlendirirsiniz?

Ayhan Necipoğlu: Öncelikle Türkiye’de KOBİ’lerin neden çok olduğuna değinmek lazım. Bunun nedeni Türkiye’de sermaye birikiminin olmaması, sermaye birikiminin olmadığı yerde de bütün yapılar öncelikle KOBİ’lerle başlar. Türkiye’deki sermaye gelişimi Özal’dan sonra başladı. Türkiye’de neden KOBİ’ler aile şirketleri gibi oluyor? Çünkü biz Türkler ortaklık yapmasını bilmiyoruz. Öyle ki bir müddet sonra kendi ailenizin içinde dahil sorunlar yaşanmaya başlıyor. Herkes baş olmak, yöneten olmak istiyor. Ama kimse kendine “Benden baş olur mu? Ben bir firma yönetebilecek kabiliyete sahip miyim?” diye sormuyor. Bu sorunun altında da maalesef, cehalet yatıyor. Cahil, cahil olduğunun farkında değil. Kendini o konu ile ilgili eğitilmiş insanla eşit görüyor. Aile şirketleri ilk oluşturulduklarında işin başında genellikle baba ve anne oluyor ama sonra şirkete çocuklar, gelinler ve damatlar dahil oluyor. Böylece aslında aile şirketi birçok aile tarafından yönetilmeye başlıyor. KOBİ’lerin ilk kurucularının yüzde 90’ı ilkokul mezunuydu. Bana göre bu kişiler, ticari cengaverlerdi. Büyük bir cesaretle, hiçbir şeyden korkmadan bu işlere girmişler. Başarılı olmadıkları yerde vazgeçmemiş ve yeniden dört elle işlerine sarılmışlar. KOBİ’lerin günümüzdeki bu pozisyona gelmesinde işte bu cengaverlerin büyük bir emeği ve özverisi var. Sonrasında bu insanlar yaptıkları işlerle ilgili yeterince bilgi sahibi olmadıklarının farkına vardılar. Bu nedenle, kendilerinden sonra gelen kuşağın eğitimine büyük önem verdiler. Sonraki kuşağa mesleklerinin gerektirdiği eğitimi aldırmaya başladılar. İşte bu farkındalık beraberinde kaliteyi de getirdi.

“Her aile şirketinin kurumsallaşmayı becerebileceğine inanmıyorum”

  • Türkiye’de genel olarak bir algı var. Ya kurumsal şirket olacaksanız ya da aile işletmesi olarak kalacaksınız. Halbuki Avrupa’daki örneklere bakıldığında kurumsallaşmış aile işletmeleri var. Sizce bu denge nerede yakalanır? Her aile şirketinin kurumsallaşması şart mıdır?

Ayhan Necipoğlu: Ben şart olduğunu düşünmüyorum. Buna ek olarak her aile şirketinin kurumsallaşmayı becerebileceğine de inanmıyorum. Daha önce de belirttiğim gibi yeni nesil, aldığı eğitime güvenerek lider olmak istiyor ama unutulan bir nokta var, şirket yönetiminde tek başına eğitim yeterli değil. Bu eğitime ek olarak insan yönetme sanatını bilmek gerekiyor. Çünkü tüm işimiz insanlarla. Mesleği, ticaretin kurallarını iyi bilmek zorundasın. Daha da önemlisi ülkede uygulanan hukuku çok iyi özümsemiş olman gerekiyor. Yoksa şirketin başına yaşı büyük olanı getirmek doğru hamleyi yaptığın anlamına gelmez. Türkiye’de birçok firma biz kurumsallaştık diyor ama iç yapısına baktığınızda kurumsallaşan bir şey yok. Gerçek anlamda aile şirketlerinde kurumsallaşma çok nadir gerçekleşir.

Serkan Necipoğlu: Firmaların gelecekleri için illa kurumsallaşmaları bence şart değil. Bu firmanızı nasıl konumlandırdığınız ve firmanızın nereye varmasını istediğinizle alakalı bir durum. Aslında öncelikle kurumsallıktan ve aile şirketi olmaktan ne anladığımızı belirlemeliyiz. Benim kurumsallıktan anladığım; bir işletmenin, bir kurumun içindeki işleyişin kişilerden bağımsız olarak ilerlemesidir. Belirli bir pozisyondaki bir kişiyi, o pozisyona uygun başka bir kişiyle değiştirdiğinizde işlerin aynı doğrultuda yürütülüyor olması gerekir. Koç Holding bir aile şirketi mi? Evet ama bununla beraber kurumsal da bir şirket. Demek ki bu iki yapılanma bir arada olabiliyor. Ama şart mı? sorusuna gelince, ailenin vereceği kararlarla ilgili. Eğer aile, şirketinin daha ayakları yere basan, daha sürdürülebilir bir düzlemde ilerlemesini istiyorsa, kurumsallaşması gerektiğini düşünüyorum. Aile yapılarında çoğunlukla, spesifik konular devamlı olarak şirket içindeki aile bireylerine yöneliyor. Çözümler ve cevaplar o aile bireylerinde oluyor. Ancak o bireylere gelene kadar, işletme içinde yetkili diğer pozisyonlarda sorunun çözüme ulaştırılması ve işlerin aksamadan devam etmesi durumunda kurumsallaşma anlamında önemli bir adım atılmış olacağını düşünüyorum. Sonuç olarak, kurumsallaşmada aile bireylerine minimum seviyede ihtiyaç duyulması ve işlerin aksatılmadan bir sistem içinde yürütülmesi gerekiyor.

“Aile işletmelerinin genelinde yoktan var edilmiş bir sistem oluyor”

  • Şu an Türk işletmelerine baktığımızda büyük ölçüde kuşak değişimi yaşandığını görüyoruz. Bu kuşak değişim sürecinde nelerin değişmesi gerektiğini düşünüyorsunuz? Ve değişim süreci nasıl yönetilmeli?

Serkan Necipoğlu:  Öncelikle insanlar arasındaki anlayışın, esnekliğin ve iletişimin değişmesi gerekir diye düşünüyorum. Çünkü aile işletmelerinin genelinde yoktan var edilmiş bir sistem oluyor ve bu sitem çoğunlukta tek bir adam tarafından oluşturuluyor. Dolayısıyla da burada “Tek bir adamın şovu” söz konusu oluyor. Kendi hayatı boyunca bu şovu sürdürmüş, işletmesini belli bir noktaya getirmiş ve artık bir sonraki kuşağa devir dönemine gelmiş. İşte burada karşımıza başka bir soru çıkıyor; “Bu şovu kim devam ettirecek?” Son güne kadar sistemin başında olup, işlerin hep eski kuşak üzerinden yürütülmesi söz konusuysa, yeni kuşağa; “Şimdi sen çık ve şovunu yap” demek çok doğru bir yaklaşım olmaz. Ben bu kuşak değişimini bayrak yarışına benzetiyorum. Bayrağın teslim edildiği bir aralık vardır. Bu süreçte bayrağı teslim edecek olan ile bayrağı teslim alacak kişiler birlikte koşarlar. İşte aile işletmelerindeki kuşak değişimi de böyle olmalı. Son sürat giden bir sistemin içine pat diye gelip girilirse, sisteme alışmak, sorumlulukları benimsemek ve aynı hızda devam etmek pek mümkün olmaz. Tabi burada sağlık, sıhhat çok önemli. Beklenmedik ölüm ya da rahatsızlıklar nedeniyle, hazır olmadan işin başına geçmek zorunda kalan kişiler de var. Biz kendi adımıza çok şanslıyız çünkü babamız hala başımızda, takdir edilesi bir dinamizmle çalışmaya devam ediyor. Biz beraber hareket etme fırsatını bulabiliyoruz.

“Çok emek verdiğinizde dönüp arkanızı gitmek pek mümkün olmuyor”

  • Değişen bir ekonomiden ve onun yarattığı krizden söz ediliyor? Yıllarca krizlerle boğuşmuş bir firma olarak geminizi bu sürece nasıl getirdiniz? Nasıl bir yol haritası çizdiniz?

Ayhan Necipoğlu: Ekonominin sıkıntılı olduğu dönemlerde her firma kendince bir çözüm yolu üretip, gemisini batırmadan yürütmeye çalıştı. Bu çaba günümüzde devam ettiği gibi gelecekte de ediyor olacak. Ben bankalardan faizle kredi aldım. O faizli kredileri ödeyebilmek için zaman zaman sıkıntılar da çektik ama aradaki farkı kapatabilmek için hem bedenen hem de beyin olarak çok çalıştım. Hep işin başında oldum. Çabalamaya, üretmeye ve zorlu günlere meydan okumaya çalıştım. Böylece yaşanan zorlu günlerden çok büyük hasarlar almadan çıkmayı başardık. Ben bu mesleğe 10 yaşında bir tornacıda çırak olarak başladım. Bu şirketi kurduğumdaysa 19’u yeni bitirmiştim. Üç ortak beraber girdik bu işe. Bir ortağımız kısa süre sonra ayrıldı. Diğer ortağımla da 1990 senesine kadar beraber yürüttük işleri. Çocuklarımı da küçük yaşlarından itibaren işe getirdim. Kışın okula, yazın dört ay iş yerine geldiler. Çocukluktan işin içinde olup, çok emek verdiğinizde dönüp arkanızı gitmek, vazgeçmek zaten pek mümkün olmuyor.

Serkan Necipoğlu: Öncelikle dışarıya daha çok yönelmemiz gerektiğiniz fark ettik. Takribi bundan 10 yıl önce bunun farkında vardık. Özellikle Gümrük Birliğinden sonra üretimin yanında, ithalata da başlamıştık. Hatta belki de bunu yapan ilk imalatçı firmaydık. Elbette bunun faydalarını müşterilerimize yaşattık ve yaşatmaya da devam ediyoruz. Çok miktarda makine üretiyorduk ve çok miktarda da ithal makineyi satıyorduk. 2010 yılına doğru, kendi adımıza bunun ağaç makineleri sektöründe bu şekilde sürdürülemeyeceğini fark ettik. Ve oradan biraz ayağımızı çekmeye başladık. Bunun üzerine üretim tarafında daha farklı şeyler yapmamız gerektiğini de gördük. Hem yaptığımız işi hem de hitap ettiğimiz alıcı kitlesini genişletmeye çalıştık. Bu değişimden önce yüzde 50 yurtiçine çalışıyorsak, yüzde 50 de yurtdışına çalışıyorduk. Şu anda yüzde 90’ın üzerinde yurtdışına çalışıyoruz. İhracatçı konumumuzu güçlendirmiş olduk. Son dönemde yaşanan ekonomik sorunlara karşı almış olduğumuz önlemlerden en önemlisi buydu diyebiliriz. Daha genel ve geniş zaman için ifade etmek gerekirse, içinde bulunduğumuz şartları iyi anlayıp uyum sağlamak ve biraz da ileriyi görerek geç kalmadan harekete geçmek doğru olur sanırım.

“Yeni kapıları açacak önemli riskleri alıyoruz”

  • Babanızdan farklı neler yaptınız? Ya da gelecek dönemlerde neler yapmayı düşünüyorsunuz?

Serkan Necipoğlu: Aslında farklı neler yaptığımızdan ziyade neleri aynı yapıyoruz önce ona bakmak lazım. Bizim babamız döneminin hep ilklerini yapmayı başarmış bir insan oldu. İki dönem arasında büyük bir fark var. Onların zamanında bilgiye ulaşmak çok zordu ama piyasa daha rahattı. Çünkü ne üretseniz gidiyordu ama bir şeyleri yapmak için gereken bilgi de bugünkü kadar kolay bulunmuyordu. Dinlediğim ve okuduklarımdan anladığım kadarıyla babamların bu işlere ilk başladığı dönemlerde makineci diye adlandırılan insanlar vardı. Plastik makinecisi, ahşap makinecisi diye bir ayrım pek yoktu. Sadece makineciler vardı ve sayıları çok azdı. Birinin bir alete ya da makineye ihtiyacı olduğunda, elinde bir fotoğraf ya da yurtdışındaki bir makineye ait bir broşürle bu makinecilerin kapısını çalıyordu. O insanlarda, kısıtlı imkanlarla o makineyi bir şekilde yapmaya çalışıyorlardı. Onlar böylesine zor bir dönemden geliyorlar. Sadece babam için söylemiyorum, o dönemde bu insanlar hep yaptıklarıyla öncü olmuşlar. Çünkü ülkede çok az şey varmış. Sonrasında tabi ki sektörleşilmiş, makineciler uzmanlaştıkça dallara ayrılmış ve piyasa şimdiki haline almaya başlamış. İşte biz de aynı babamız gibi öncülük etmeye çalışıyoruz. Yeni kapıları açacak önemli riskleri alıyoruz. Bu dönemin teknolojisini tutturmak, ayak uydurmak ve bugünü ileriye götürmeye gayret ediyoruz. Farklı yapmaya çalıştığımız şey ise; bunu yaparken seçtiğimiz yollar, yönetim ve işletim şeklimiz.

“Çalışarak para kazanacaksınız?

  • Sizden sonraki kuşak şirket içinde aktif olarak rol almaya başladığında, onları görevlendirirken nelere dikkat ettiniz?

Ayhan Necipoğlu: Aslında görevlendirme diye bir şey yok. Nasıl lider olunur? var. Ben bunu öğretmeye gayret ettim. Zaten şimdi ben onlardan emir alıyorum. Bundan da hiç rahatsızlık duymuyorum. Bu ayıp bir şey değil. Çocuklarıma meslek seçimlerinde herhangi bir baskıda hiç bulunmadım. Söylediğim tek bir şey vardı; “Çalışarak para kazanacaksınız” Her ikisi de şimdi çalışarak kazanıyorlar.

  • Sözün senet olduğu dönemlerden, artık çekin ödenmediği dönemlere geldik. Dünden bugüne ticari hayattaki bu bozulmayı nasıl değerlendirirsiniz?

Ayhan Necipoğlu: Bu soruya bir atasözüyle cevap vermek istiyorum. Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu… Eskiden, çek, senet fazla kullanılmıyordu. İnsanlar birbirlerinden borç para alırlardı. Bunun ayıp tarafı yok ben de çok aldım. Eskiden maaşları haftalık olarak ödüyorduk. Sonrasında aylığa döndük. Her hafta ödeme yapmak için para bulmak gerekiyordu ve bu o kadar kolay değildi. Her hafta bu arayışın içine girmektense ödemeleri aylık olarak yapmaya başladık. Haftalık ile ödeme yaparken konu komşudan denkleştirip yapıyorduk ödemeleri. Buna çözüm olarak aylık ödemeyi getirdiğimizde de devreye bankalar girdi. Bankalardan aldığın faizli parayı, üretimin üzerine koymak zorundasın, koymazsan batarsın. Önceleri biz koymadık ama sonra baktık ki, baş aşağıya gidiyoruz. Sonra insanlardan senet almaya başladık. Dolayısıyla işler daha da karmaşık bir hal almaya başladı. Durum böyle olunca senetle mal sattığınız her adamın düzgün olmadığı ortaya çıktı. Sonra benzer sorunlar çekte de ortaya çıkmaya başladı. Bir hastane açmak istediğinizde sizden birçok yeterlilik belgesi istenir. Diplomalı hekimler, hemşirelere ihtiyacınız vardır. Devlet bunu sizden ister, bunu denetler. Ama olay, bir iş yeri açmaya geldiğinde kimsenin bir şey sorduğu yok. “Sen bu işi açabilecek, yürütebilecek altyapıya sahip misin?” diye kimse kimseye sormaz. İşte bunlar sorulup, araştırılmadığı için ödenmeyen çekler, senetler, borç batağına girmiş işletmeler çıkıyor karşımıza.

“Çalışana söz verilmesi, fikrinin dinlenmesi çok önemli”

  • Yönetim biçimleri de değişiyor. Eskinin sert yönetici tipi, şimdi iletişimi yüksek, ortak karar alabilen bir özelliğe dönüştü. Siz bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Serkan Necipoğlu: Ben bu sistemin çok doğru olduğuna inanıyorum. Çalışana söz verilmesi, fikrinin dinlenmesi, eskisi gibi bağrışın-çağrışın olmadığı çalışma ortamlarının sağlanması çok önemli. Bunlar olması gerekenler. Tabi ki burada, bunları eski nesli suçlayarak söylemiyorum. O dönemin şartları, onu gerektiriyordu. Çalışma ortamları öyle yönetilebiliyordu. Tabi bununla beraber herkes gördüğünü yapıyor. Onlar da kendi büyüklerinden öyle görmüşler, çıraklık dönemlerinde dayak yemişler. Dolayısıyla böyle yetişmiş bir neslin, iletişimin daha yüksek olduğu sisteme uyum sağlaması elbette çok da kolay değil. İmkansız demiyorum ama zor. Yine de her ne kadar kendileri öyle yapmış olsalar da bence çocuklarını daha farklı yetiştirmeye çalıştılar. En azından biz de öyle oldu. Diğer doğruları ve yeni yöntemleri görüp, öğrenmemiz için yolumuzu açmaya çalıştılar. O babaların çocuklarına baktığımızda, biz de dahil bunu yapmışlar. Hiç mi dirençle karşılaşmadık? Elbette karşılaştık ve az da değil ama olacak o kadar. Onca bilgi ve deneyimi bir pakette hazır bulmanın da bir bedeli var herhalde. Şimdi bu dönüşümü gerçekleştirme sırası biz de. Bizle çocuklarımız arasında da yaşanacak, bitmeyen bir dönüşümden bahsediyoruz.

Aile şirketimizin perde arkasındaki büyük oyuncusu annemdir”

  • Son olarak, babanızla yer değiştirecek olsaydınız ona nasıl bir tavsiye vermek isterdiniz?

Serkan Necipoğlu: Yer değiştirmeden de elbette birbirimize tavsiyelerde bulunuyoruz. Babama, tepkilerinde biraz daha alttan gitmesini söylüyorum. Babam dinlediği insanı çok seçer. Elbette bu kötü bir şey değil ama belki biraz daha dinleyici olabilir diye düşünüyorum. Çünkü hiç beklemediğiniz yerlerden de çok faydalı şeyler gelebiliyor. Tabi ki yılların verdiği deneyim insanı, biraz daha önyargıya götürebiliyor. Ben kendimde de bunun net bir şekilde geliştiğini görüyorum. Çok hızlı reaksiyon ve cevap vermek… Bunu biraz sanırım törpülemek gerekiyor. Bir de meselelere biraz daha karşı tarafın gözünden bakabilmek… Buraya kadar hep biz ve babamdan bahsettik ama aile şirketimizin perde arkasındaki büyük oyuncusu annemdir. Çünkü eğer bir aile varsa ve bu hala söz konusuysa, onun payı çok büyüktür.

“Çok çalışın, adaletli ve merhametli olun”

Son olarak yeni kuşağa nasıl bir tavsiyede bulunmak istersiniz?

Ayhan Necipoğlu: Hep söylerim; “Adaletin olmadığı yerde Allah’ın rahmeti olmaz” Çocuklarıma da hep bunu öğütlerim. Ne yaparsanız yapın, önceliğiniz adaletli olmak olacak. Her şeyi adaletli yapacaksınız. Düşmanına dahil adaletli davranacaksın. Kimsenin malında gözünüz olmayacak. Bir hayır yapacaksanız, kimseye göstermeden gizli yapın. İnsanları mahcup etmeyin. Bunlar benim yeni kuşağa vereceğim en önemli tavsiyelerim. Gençlere son sözüm; ülkenizi onun uğrunda ölecek kadar sevin. Çok çalışın, elinizden gelenin en iyisini yapın, adaletli ve merhametli olun.