Kurtuluş Savaşı’nın fikri karargahı, işgalcilerle mücadelenin merkezi oldu Ankara…  İşgalci     devletlerle işbirliği içindeki İstanbul hükümetinin yerine, karakteri bağımsızlık olan Anadolu’nun temsilcisiydi aynı zamanda. 23 Nisan 1920’de TBMM’nin kurulmasıyla direnişin merkezi haline gelen Ankara,  13 Ekim 1923’te Türkiye’nin başkenti olurken, bundan sadece 16 gün sonra Cumhuriyet’in ilanına da ev sahipliği yaptı. İşte bu yüzden Kurtuluş Mücadelesi’ni, Anadolu’nun köklü tarihini ve kültürünü tanıyıp anlamak isteyenler için ziyaret edilmesi gereken  ilk durak tabi ki; Ankara…

Anadolu’nun tam ortasında birçok medeniyete ev sahipliği yapan ve coğrafi özellikleriyle her zaman önemini korumuş olan Ankara, 7 bin yıldır Türklere yurtluk yapıyor. Kurmayı düşündüğü Cumhuriyet yönetimine Ankaralıların tam destek olacaklarına inandığı için Ankara’yı Milli Mücadele’nin merkezi olarak seçen Atatürk, tarihte farklı medeniyetlere başkentlik eden Ankara’yı Türkiye Cumhuriyeti’nin de başkenti olarak belirledi.

Yüzölçümü olarak ülkenin üçüncü büyük şehri olan Ankara, 13 Ekim 1923’te başkent ilan edilmesinden 16 gün sonra yani 29 Ekim 1923’te de Cumhuriyetin ilanına ev sahipliği yaptı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanan ilin topraklarının yarısı hâlâ tarım amaçlı kullanılıyor.  Ekonomik etkinliğin ticaret ve sanayiye dayalı olduğu şehir, gerek kamu sektörü gerek özel sektör yatırımları nedeniyle yoğun göç alıyor. Türkiye’nin ikinci en kalabalık ilinde nüfusun yaklaşık dörtte üçü hizmet sektörü olarak tanımlanabilecek memuriyet, ulaşım, haberleşme ve ticaret benzeri işlerde, dörtte biri sanayide, çok az kısmı ise tarım alanında çalışıyor. Sanayinin özellikle tekstil, gıda ve inşaat sektörlerinde yoğunlaştığı şehirde, bugün en çok savunma, metal ve motor sektörlerinde yatırım yapılıyor. Türkiye’nin en çok sayıda üniversiteye sahip ili olan Ankara’da ayrıca, üniversite diplomalı kişi oranı ülke ortalamasının iki katı.

Anküra’dan Ankara’ya…

Bilinen tarihi en az 10 bin yıl öncesine, Eski Taş Çağı’na ulaşan Ankara, tarih öncesinden günümüze dek pek çok medeniyeti barındırdı. Hititler, Frigyalılar, Lidyalılar, Persler, Galatlar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti, farklı yüzyıllarda il topraklarının sahibi oldu. Tektosagların başkenti olan ve Frigyalıların başkenti Gordion’a ev sahipliği yapan Ankara’nın adı Frigya dili ve Yunancada ‘gemi çapası’ anlamındaki Anküra’dan geliyor. Bazı efsanelere göre Ankara, Frig Kralı Midas’ın bir gemi çapası bulduğu yerdir. 2. yüzyıla ait ve Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen bazı paralarda gemi çapası figürü bulunması da bunu kanıtlar nitelikte.  Latin harfleri ile Batılı kaynaklara Ankyra ve Ancyra olarak geçen kentin adı, Türklerin Anadolu’ya gelmesinden sonra Ankara, Engürü ve Engüriye olarak değişime uğradı. Batı dillerine de Angora olarak geçti. 16. yüzyıla ait çeşitli resmî Osmanlı evraklarında ise şehrin adı Ankara şeklinde yer alıyor.

Ankara’da keşfedilmiş en eski tarih öncesi kalıntılar, Eski Taş Çağı’na kadar uzanıyor. Bu döneme ait çeşitli eserlere Gâvurkale, Ergazi, Lodumlu ve Maltepe’de rastlandı. Bunlar dışında Ankara’nın Polatlı ilçesinde, MÖ 3000 yıllarına ait insan yerleşmeleri bulundu. Çok eski çağlardan beri sürekli bir yerleşmeye sahne olan Ankara ve yakın çevresi, MÖ 1660-1190 arasında Hint-Avrupalı bir kavim olan Hititler’in egemenliğinde kaldı.  Ankara ve çevresinde Hitit dönemine ait yerleşkelerin kalıntılarını Balıkhisar, Ballıkuyumcu, Bitik, Karaoğlan, Gâvurkale ve Külhöyük höyüklerinde görmek mümkün. MÖ 2.  yüzyılın sonlarına doğru Hititlerin siyasal olarak çökmesiyle bu topraklara Frigler hakim oldu. Kentteki ilk önemli yerleşmenin Frigler döneminde olduğu görülüyor. Efsanelerde kentin Frigya Kralı Midas tarafından kurulduğu anlatılıyor. Friglerin başkenti Gordion ise yine Ankara’nın Polatlı İlçesi sınırları içindeki Yassıhöyük köyünde yer alıyor. Burada sayıları 100’ü aşan tümülüslerden bazılarında ve şehirde yapılan kazılarda ele geçen buluntular, İ.Ö. 8. yüzyıl ve 5. yüzyıl arasındaki zaman dilimi içinde Ankara ve çevresinde yaşayan Frigler hakkında en önemli bilgileri veriyor.

Malazgirt zaferinin ardından Selçuklular’ın eline geçti

Frigler’in Kafkaslardan gelen Kimmerler tarafından ortadan kaldırılmasıyla Ankara’ya Lidyalılar hakim oldu. Ahameniş İmparatorluğu’nun egemenliğine de giren şehir,  MÖ 3. yüzyılda ise Anadolu’ya gelen savaşçı bir kavim olan Galatların Tektosaglar boyuna başkentlik etti. Strabon, ünlü eseri Geographika’da, bugün merkezde bulunan Ankara Kalesi’nin Tektosaglar tarafından inşa edildiğini söyler.  Daha sonra bölgede siyasal birliği kuran Roma İmparatoru Caesar Divi Filius Augustus, MÖ 25 yılında Ankara’yı ele geçirdi. MS 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölününce Ankara, Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kaldı. Ankara’nın Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun eline geçmesi ise, Malazgirt Meydan Muharebesi’nden sonra 1073 yılına rastlar. 12. ve 13. yüzyıllarda Selçuklu sultanlarının da çabasıyla transit ticarette gelişme gösteren Ankara’nın merkezi, önce Ahiler’e, ardından 1304’te göreli özerklik verilerek Osmanlı İmparatorluğu’na bağlandı.

1. Murat zamanında kesin olarak Osmanlı topraklarına bağlanan ilde, 1402 yılında Büyük Timur İmparatorluğu İmparatoru Timur ile Osmanlı İmparatorluğu Padişahı Yıldırım Bayezid arasında Ankara Muharebesi yapıldı. Yıldırım Bayezid’in savaşı kaybetmesi ve Timur’a esir düşmesi sonucu Osmanlı Devleti, Fetret Devri denen bunalım ve iktidar boşluğu dönemine girdi. 1841 yılında Anadolu Eyaleti kaldırılıp yerine vilayetler kurulunca bir vilayete dönüşen Ankara, 1922 yılına kadar bu şekilde varlığını sürdürdü.

Sine-i Millete dönüş düşüncesinin gerçekleştiği şehir oldu

Ankara’nın tarih boyunca önemli olan coğrafi konumu, kuşkusuz Kurtuluş Savaşı’nda da kendini gösterdi.  27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelen Mustafa Kemal, şehri Anadolu’daki direniş hareketinin yönetimi olan Heyet-i Temsiliye’nin merkezi olarak seçti.  Mustafa Kemal Paşa ile Heyet-i Temsiliye ve komutanlar, Sivas’ta yaptıkları toplantı sonucunda 18 Aralık 1919 tarihinde Sivas’tan ayrıldılar ve 27 Aralık’ta Ankara Dikmen sırtlarına geldiler. Mustafa Kemal Paşa’nın ve heyetin Ankara’ya girişi davul zurnalarla Ankara halkının coşkulu karşılamasıyla gerçekleşti. Mustafa Kemal Paşa Ankara halkı ile daha yakından tanışmak ve fikir alışverişinde bulunmak isteyince, 28 Aralık 1919 günü şehrin ileri gelenleri Ziraat Mektebi’ne davet edildi. Ankara halkıyla yaptığı konuşmada ülkenin siyasi, askeri durumunu anlattı. Milletin gösterdiği bu birlik ve kararlılık örneği, memleketin geleceğine güven konusundaki inançları sarsılamaz bir şekilde güçlendirdi.

27 Aralık 1919’dan sonra meydana gelen gelişmeler Ankara’nın Milli Mücadele’nin merkezi seçilmesindeki isabeti ortaya koydu. Artık Ankara, Atatürk’ün Sine-i Millete dönüş düşüncesinin gerçekleştiği ve doruğa ulaştığı mekan oldu. Dolayısıyla Ankara, bir harekatın bedeni ve büyük bir fikrin sembolü haline geldi.

Ferdi saltanat yerine demokratik bir devlet doğdu

İstanbul’un İngilizler tarafından resmen işgalinden iki gün sonra, 18 Mart 1920’de, İstanbul’da bulunan Meclis-i Mebusan kendini resmen feshedince,  Ankara’da açılacak olan Meclisin yolu da kesin olarak açıldı. 21 Nisan 1920’de Valilere ve Kolordu Komutanlıklarına Meclis’in açılma duyurusunu yapan Mustafa Kemal,  “23 Nisan Cuma günü Meclis çalışmaya başlayacaktır. Bundan sonra sivil ve askeri makamların başvuracağı en yüce makam Meclistir” dedi. 23 Nisan 1920 Cuma günü saat 13.45’te açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi 115 milletvekili ile toplandı ve Mustafa Kemal Paşa 110 oy alarak Meclis Başkanlığı’na seçildi.

TBMM’nin açılması ile yeni bir devletin temelleri atıldı. Ferdi saltanat yerine milli iradeye dayanan demokratik bir devlet doğdu. İşgalci, İtilaf Devletleri’nin gözü kulağı Ankara Meclisi’ne yöneldi. TBMM bir numaralı kararı ile Meclis’in üzerinde bir gücün olmadığını ve vatanın kurtarılması için genel duruma el koyduğunu açıkladı. Yasama ve yürütme yetkisini kendinde toplayıp, Mustafa Kemal’i başkan seçmekle hükümet gibi çalışmaya başladı. Yürütme yetkisini ilk günden eline alıp Milli Mücadele ve milli egemenliği birlikte gerçekleştirdi.

Atatürk neden Ankara’yı seçti?

Ankara ili, Türk-Yunan Savaşı’nın en yoğun muharebesinin gerçekleştiği yer oldu. 1920 yazında Ankara şehrini ele geçirmek amacıyla Sakarya nehri kıyılarına kadar ilerleyen Yunan birlikleri,  23 Ağustos-13 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen Sakarya Meydan Muharebesi sonucunda geri püskürtüldü. Polatlı yakınlarında meydana gelen zorlu muharebe Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktası olmuş, Mustafa Kemal Atatürk ünlü “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” sözünü bu sırada söylemiştir. Birkaç hafta sonra Fransa ile yapılan Ankara Anlaşması ile Türk-Fransız ihtilafı sona erdi. Kurtuluş Savaşı sonucu toprakları üzerindeki egemenliğini kanıtlayan Türkiye, 1922 Lozan Barış Konferansı ve 1923 Lozan Antlaşması ile uluslararası toplulukta milli sınırlarını tescilledi ve bağımsızlığını onaylattı. Tüm bu başarıların ardından da Türkiye Büyük Millet Meclisi, 13 Ekim 1923’te Ankara’yı başkent ilan etti.

Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’yı merkez olarak seçmesinde birçok sebep bulunuyordu. Bu fikirlerin temelinde, Ankara’nın merkezî konumu, stratejik yollar üzerinde bulunması, işgal altında bulunan yerlere olan mesafesi, Karadeniz’de İnebolu, Akdeniz’de Antalya Limanları ile irtibat imkanı, demiryolu ve telgraf şebekesinden yararlanma kolaylığı başı çekiyordu. İstanbul ile demiryolu bağlantısının olmasının yanı sıra, düşmanın ulaştığı Geyve Boğazı, Kütahya ve Afyon gibi önemli mevkilerle de aynı demiryolu bağlantısına sahipti. Ankara’daki telgraf sistemi, normal zamanda, bir vilayet merkezine yetebilecek ölçüde teknik malzeme ve personele sahipti. Muharebe imkanları için yeterli olan Ankara’da ayrıca Ali Fuat Paşa liderliğindeki 20. Kolordunun da bulunması, önemli bir sebep olarak gösterilebilir. Bunun yanı sıra Ankara halkının Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye’ye maddi ve manevi bakımdan destek vermeye hazır olması, Ankara’nın Milli Mücadele’nin merkezi olarak seçilmesinde çok etkili oldu.

Rejimin adı kondu, kargaşa son buldu

TBMM’nin açılmasıyla egemenliğin kişi zümreye ait değil millete ait olduğu tüm dünyaya ilan edilmişti. Ne var ki henüz halk iradesinin ne anlama geldiğini anlamaktan aciz çevrelere ve onlara da kurtuluş mücadelesinde kazanabilmek amacıyla rejimin adı resmen konamamıştı. Diğer bir taraftan TBMM’nin açılışı yeni bir devletin varlığını simgeliyordu; fakat bu devletin henüz başkanı da belirlenememişti. Yani demokrasi yolunda etkin bir adım atılmış fakat demokrasinin kalıcılığını simgeleyecek kurumlaşmaya gidilememişti.

Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra, demokrasi ile ilgili kurumsallaşmadaki en büyük engel olan saltanat makamı da kaldırılmıştı. Artık rejimin adının konmasının, devlet başkanının belirlenmesinin, meclis hükümeti yerine kabine sistemine geçilmesinin ve başbakanlık sorununun çözümlenmesinin zamanı gelmişti. Mustafa Kemal Paşa bu sorunlar çerçevesinde 28-29 Ekim günlerinde gerekli olan Anayasa değişikliğini hazırlayarak meclis gündemine sundu. 29 Ekim 1923 günü TBMM’nin de değişikliği kabul etmesiyle Cumhuriyet kabul edildi. Cumhuriyetin ilanından sonra Cumhurbaşkanlığı seçimine geçildi ve Mustafa Kemal Paşa oy birliği ile Cumhurbaşkanlığı’na seçildi. Mustafa Kemal Paşa Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı olarak ise İsmet İnönü’yü atadı.

Cumhuriyetin ilanıyla rejimin adı konularak bu konudaki kargaşalar ortadan kaldırıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, egemenliği kayıtsız ve şartsız millete vermiş olup, hükümet şeklinin adını Cumhuriyet olarak açıkladı. Cumhurbaşkanı seçilerek devlet başkanlığı sorunu çözüme kavuşturuldu. Meclis hükümeti yerine kabine sistemine geçilerek yürütmenin kısa sürede yerine getirilmesi sağlandı. Parlamenter rejim kuruldu ve Cumhuriyetçilik ilkesi yürürlüğe girdi.

Türk Ulusu’nun Ata’ya minnettarlığının simgesi; Anıtkabir

Ankara’yı ziyaret etmişken ilk yapılması gerekenlerin başında kuşkusuz, Türk Kurtuluş Savaşı’nın ve Türkiye Cumhuriyeti inkılaplarının önderi Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün huzuruna çıkmak geliyor. Atatürk 1923 yılında bir sohbet sırasında, “Elbet bir gün öleceğim, beni Çankaya’ya gömer, hatıramı yaşatırsınız” der. Bu vasiyet, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 15’inci yılında hastalığı ağırlaşarak, 10 Kasım 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda ebediyete intikal eden Atatürk için eski adıyla Rasattepe olan Anıttepe’de bir anıt mezar yapılma fikrini doğurdu. Türk Ulusu’nun O’na karşı duyulan büyük saygı ve minnettarlığının bir ifadesi olan Anıtkabir, Türkiye Cumhuriyeti’nin en anlamlı eseri olarak hayata geçirildi. İnşaatına 9 Ekim 1944 tarihinde başlanan Anıtkabir’in inşaatı dört aşamada tamamlandı. 1 Eylül 1953’de yapımı bitirilen Anıtkabir, 750 bin metrekarelik bir alan üzerinde kurulu bulunuyor. Bu alanın yaklaşık 120 bin metrekarelik kısmı Anıt Bloğu, 630 bin metrekarelik kısmı ise Barış Parkı olarak düzenlendi.  Ayrıca dördüncü cumhurbaşkanı Cemal Gürsel de 1966 yılında devrim şehitleri bölümüne defnedilmiştir. 1973’den beri İsmet İnönü’nün kabri de Anıtkabir’de bulunuyor.

Müze zengini Ankara…

Tarihi birçok medeniyete ve olaya sahne olan Ankara, bu özelliğiyle tam bir müze zengini. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına ait önemli eşyaları Ankara’daki müzelerde bulmak mümkün.  Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi binasında bulunan Kurtuluş Savaşı Müzesi, Anıtkabir’deki Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi, II. TBMM Binası’ndaki Cumhuriyet Müzesi, Devlet Mezarlığı Müzesi bu tarihi müzelerin başlıcalarını oluşturuyor. Bunların yanı sıra İsmet İnönü ve Mehmet Akif Ersoy’un evleri de birer müze durumunda.

Etnografya Müzesi, Devlet Resim ve Heykel Müzesi de Ankara’da gezebileceğiniz önemli müzelerin başında geliyor.  1997’de “Avrupa’da Yılın Müzesi” seçilen Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde, Paleolitik Çağ’dan günümüze Anadolu’nun arkeolojik hazineleri sergileniyor. Ankara şehri dışındaki en önemli müze, Kral Midas’ın tümülüsünün de bulunduğu Polatlı’daki Gordion Müzesi’dir. Bu müzede bölgede keşfedilmiş, Tunç Çağı ve Frigya döneminden kalma arkeolojik eserler sergileniyor.

Ziraat Bankası Müzesi, Türk Hava Kurumu Müzesi, Maden Tetkik Arama Kurumu’nun Tabiat Tarihi Müzesi gibi devlet kurumlarının müzeleri de başkent olmasından dolayı yine Ankara’da bulunuyor. Yakın yıllarda kurulan ODTÜ Bilim ve Teknoloji Müzesi, Feza Gürsey Bilim Merkezi, Çengelhan Rahmi Koç Müzesi, Ulucanlar Cezaevi Müzesi gibi yeni müzelerle Ankara’nın müze seçeneklerinin zenginleştiğini söylemek mümkün.

İlde birçok arkeolojik alan da bulunuyor. Hititlerden kalan çeşitli kalıntılar arasında Balıkhisar, Ballıkuyumcu, Bitik, Karaoğlan, ve Külhöyük höyükleri ve Gâvurkale taş oymaları sayılabilir. Yine Ankara Kalesi, Galatlar zamanında inşa edilmiş ve sonraki yüzyıllar boyunca çeşitli medeniyetlerce kullanılmıştır. Ankara’da Selçuklular ve Osmanlılardan kalma pek çok eser de var. Yenimahalle ilçesindeki Selçuklu yapısı Akköprü, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubad zamanında yaptırılmış. 1178 tarihli Alaaddin Camii, Ankara Kalesi içinde yer alır. Samanpazarı’nda bulunan Arslanhane (Ahi Şerafettin) Camii ise 13. yüzyılın başında yapılmış. Osmanlı dönemine ait önemli eserler arasında 15. yüzyıldan kalma Hacı Bayram Camii, Karacabey Camii, Kurşunlu Han kervansarayı ve 16. yüzyıldan kalma Cenabi Ahmet Paşa Camii sayılabilir.

Parklarıyla ünlü

Ankara’da yurt içi turizmi bakımından başta kültür turizmi olmak üzere, kent merkezi ve çevresinde kongre turizmi, Elmadağ çevresinde kış turizmi, Kızılcahamam, Ayaş, Çubuk ve Haymana çevresinde kaplıca turizmi ile Güdül’deki Tuluntaş Mağarası’nda mağara turizmi gerçekleştiriliyor. Anıtkabir başta olmak üzere birçok müze ve anıt ile Beypazarı ve Kızılcahamam’daki tarihî evler yurt içi turizmine katkıda bulunuyor. Ayrıca Evren ilçesi, Hirfanlı Baraj Gölü kıyısında sahip olduğu sahille Ankara ve çevre illere alternatif bir su ve doğa tatili imkânı sunuyor. Önemli kentsel yeşil alanlar arasında başkentteki Atatürk Orman Çiftliği, Altınpark, Esertepe Parkı, Gençlik Parkı sayılabilir. Eğlence parkı Harikalar Diyarı 1 milyon 300 bin metrekarelik alanıyla Avrupa’nın en büyük kentsel parklarından birisi. Diğer modern eğlence alanları arasında Etimesgut’taki Göksu Parkı ve Keçiören’deki Aqua Park sayılabilir. Elmadağ Kayak Merkezi, kış aylarında kayak yapma olanağı sağlayan tesislere sahip olup, korunmuş tabiat alanları arasında Kızılcahamam’da Soğuksu Millî Parkı, Bâlâ’da Beynam Ormanları ve Çamkoru Tabiat Parkı bulunuyor. Diğer korunan alanlar arasında Nallıhan ilçesindeki Nallıhan Davutlar Kuş Cenneti, Hoşebe Mesire Yeri (Ardıç Ormanları), Anıt Ağaç (Kaba Ardıç), Yaban Koyunu Yerleştirme Sahası, Yaban Hayatı Geliştirme Sahası ve Asarlık Tepeler Tabiat Anıtı yer alıyor.

YAPMADAN DÖNMEYİN!

  • Anıtkabir’i ziyaret edip Aslanlı Yolda yürümeden,
  • Ankara Kalesi’ni ve Kale içi evlerini gezmeden,
  • Hasat zamanına denk gelirseniz taze nohutun tadına bakmadan,
  • Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni görmeden,
  • Gölbaşı’nda çay içmeden,
  • Ulus’a gidip Çıkrıkçılar Yokuşu’nu tırmanırken dükkânlara göz atmadan,
  • Beypazarı evlerini görmeden, yaprak sarmanın ve Beypazarı kurusunun tadına bakmadan,
  • Kuğulu Park’ta kuğuları izlemeden…

Hatti’lerin güneş sembolü, Hitit Güneş Kursu

Anadolu’nun en eski uygarlığı olan “Hattiler”e ait olan Hitit Güneş Kursu, Hitit döneminden öncesine ait bir semboldür. Güneşi simgeleyen dairesel bir şekil ve çevresine yerleştirilmiş öğelerden oluşur. Üzerinde bulunan çıkıntılar doğanın çoğalmasını, üremeyi temsil eder. Kuşlar, doğadaki hürriyeti temsil eder. Geyik imgesiyle birlikte kullanıldığında ise barışı simgeler. Ahşap asaların ucuna takılarak dini törenlerde kullanılan Hitit Güneş Kursu sembolü, törenler sonunda ise kral mezarlarına, ölü hediyesi olarak bırakılmış. Hitit öncesi Hatti döneminden gelen Güneş Kursu, tunçtan yapılmış olup günümüzden yaklaşık 4250 sene önceki dini merasimlerde kullanılırdı. Hatti krallarının mezarlarından çıkan bu sembolün en seçkin örnekleri, Atatürk’ün emriyle 1935 yılında Çorum yakınlarında Alacahöyük’te başlayan kazılarla açığa çıkarıldı ve bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde görebilmek mümkün. Ankara’nın Sıhhiye Meydanı’nda yapılmış olan “geyik figürlü güneş kursu anıtı” yine Alacahöyük’teki kazılarda ele geçirilmiş bir Hatti eserinin kopyasıdır.

Karpiç, Ankara’da sofra adabında değişimin adı oldu

Ulus semtinde 1928 yılında Ankara’nın ilk modern lokantası olarak hizmete giren Karpiç Lokantası, 1953’te kapanmasına kadar şehrin sosyal yaşamında çok etkili oldu. Batılı tarzda yeme içme alışkanlıkları ve sofra adabını Ankara’ya yerleştirme misyonunu üstlenen lokanta, kravatsız müşterinin kabul edilmediği, alaturka damak tadında ve sofra adabında değişim yaratan bir tesisti. Devlet ekranı ve diplomatlar dışında aydınlara da hizmet veren Karpiç’te aydınlar/yazarlar için ayrılmış, yalnız onların oturduğu masalar vardı. Tarihte iz bırakmış edebi tartışmaların bir kısmı bu masalarda yapıldı.

Beypazarı’nın tarihi evleri ilgi çekiyor

Köklü kültürü ve bu kültürün halen içinde yaşatıldığı tarihi konaklarıyla canlı bir kent dokusuna sahip Beypazarı, kent dokusunu oluşturan temel özelliklerini muhafaza etmeyi başarıyor. Osmanlı döneminden kalan 200 yıllık tarihi özelliği olan 3 bin 500 civarındaki Beypazarı evleri, 2000’li yılların başında başlatılan restorasyon hamlesiyle kent dokusu korunarak gelecek kuşaklara aktarılıyor. Konut mimarisi açısından Beypazarı Evleri, cumbalı veya guşganalı olan iki ya da üç katlı ahşap yapılardan oluşuyor. Temel duvarları taştan, geri kalan kısımları ahşaptan yapılmış olan evler, ahşap dekorasyon sanatının incelikleriyle bezenmiş durumda. Taşıyıcı sistemi örten ahşap pervazlar, kapı, pencere, merdiven, çıkmalar, tavan ve taban kaplamaları asırlara rağmen hâlâ ayakta duruyor.

93 çeşit yöresel yemeği var

Bugün Ankara mutfağında eskiye ait birçok yemek ve tatlı hâlâ yaşatılıyor. Yapılan bir araştırmaya göre, 93 çeşit yöresel yemek, tatlı ve içecekleri ile Ankara ili, Gaziantep ve Elâzığ’dan sonra üçüncü en zengin mutfağa sahip.  Bunların arasında, dutmaç ve miyane gibi çorbalar; Ankara tavası, alabörtme, calla, ilişkik, sızgıç, siyel, siyer, bici, pıtpıt pilavı, mucirim köftesi, tohma, şirden dolması, papaç, yalkı, carcıran, göter, kaile, topaç, cızlama, öllüğün körü gibi yemek ve hamur işleri; karga beyni, köyter, omaç, perçem, tiltil helvası, zerdali boranası ve Beypazarı yöresine ait 80 katlı baklava gibi tatlılar ile bazlamacın, gizleme, çerpit, kartalaç, kömbe, kete, saçkıran, şerit ve yarımca gibi ekmekler sayılabilir. Ankara döneri, toyga çorbası, entekke böreği, Mamak kurabiyesi, çubuk turşusu, kazan kavurması, ayaş dudu, batak helvası da Ankara mutfağına ait en bilinen yerel lezzetler arasında yer alıyor.

 

 

 

Kızılay Simiti: Ankara dışında başka bir yerde yapılamayan bu simit, koyu renkli ve bol susamlıdır. 1-2 saat içinde tüketilmesi gereken Kızılay simiti, Ankara’nın en meşhur lezzetlerindendir.

Beypazarı Kurusu: Bir çeşit tereyağlı galeta olan Beypazarı kurusu, odun fırınında pişer ve Ankara’dan başka hiçbir yerde aynı lezzetle yapılamaz.

Ankara Balı: Sadece Atatürk Orman Çiftliği’nde, sınırlı miktarda üretilen Ankara balı kentin en ünlü tatlarındandır.

Ankara Tavası: Koyun eti ve Kızılcahamam pirincinden yapılan pilavın karışımından meydana gelen bu eşsiz lezzetteki yemek Ankara’da mutlaka tatmanızı önerdiklerimiz arasında.

Ankara’da mobilya sektörüyle özdeşleşen merkez, Siteler…

Mobilya üretiminde önemli bir merkez olan Ankara, istihdam düzeyi ve işletme sayısı itibarıyla ilk sıralarda yer alıyor. Ankara’da mobilya sektörünün yoğunlaştığı merkez olarak akla ilk olarak ise Siteler bölgesi geliyor.  Ankara’da Siteler’i, Akyurt yolu ve İvedik Organize Sanayi Bölgesi’nde yoğunlaşan firmalar takip ediyor.

Ankara’da mobilya sektörüyle özdeşleşen Siteler, şehirdeki mobilya işletmelerinin yoğunlaştığı önemli bir merkez durumunda. Marangozlar Odası’nın önderliğinde 1960’lı yıllarda kurulan ve 5 bin dönüm arazi üzerinde bulunan Siteler’deki firma ölçeklerine baktığımızda, mobilya üretimi yapan büyük ölçekli firma sayısının yok denecek kadar az olduğu, bölgede daha çok küçük ve orta ölçekli mobilya üretimi ve satışı yapan emek yoğun işletmelerin bulunduğu dikkat çekiyor. Küçük ve orta ölçekli mobilya üretimi yapan kayıtlı 10 bine yakın işletmenin olduğu Siteler’de üretim yapan firmalar genellikle aile işletmelerinden oluşuyor. Bu işletmelerin kapasite kullanım oranları düşük olduğundan, üretim maliyetleri yüksek ve rekabet güçleri zayıf olabiliyor. Son dönemde meydana gelen teknolojik gelişmeler özellikle üretim süreçlerinde değişimi beraberinde getirirken, emek yoğun üretim yerini makineleşmenin yaygınlaştığı seri üretime bırakıyor.

Siteler’de faaliyette bulunan ustalar geçmişten günümüze mobilya sanatının en iyi örneklerini icra eden kişilerden oluşuyor. Bu yüzden Siteler’de üretim koşullarının iyileştirilmesi, katma değeri yüksek yeni ürünlere yönelik tasarım, üretim ve pazarlama süreçlerinde yenilikçiliğin Siteler esnafı tarafından benimsenerek uygulanması büyük önem taşıyor. Bununla birlikte, Ar-Ge ve patent çalışmalarının yaygınlaştırılması, dünya mobilya trendlerinin takip edilmesi, Ankara’nın uluslararası düzenlenen mobilya fuar organizasyonlarına ev sahipliği yapması, mesleki eğitime önem verilerek günümüz koşullarının getirdiği talebe göre mobilya ustalarının yetiştirilmesi gibi hamlelerle özellikle mikro ölçekli işletmelerde verimliliği artırmak ve rekabetçi bir yapının sürdürülebilirliğini sağlamak mümkün olacak.