Kurtuluş Savaşı’ndan çıkmış, ekonomisi dışa bağımlı, sanayi devrimini ıskalamış ve üretemeyen bir Osmanlı’dan sadece 4 fabrika alan Türkiye Cumhuriyeti, milli bir anlayışla yürüttüğü ekonomik kalkınma çalışmaları sonucunda 46 fabrika kurarak ve ithalatı büyük oranda azaltarak Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının temellerini attı. 

Bir ülkenin bağımsızlığının temeli, kuşkusuz ekonomik gücü. Bu güce sahip olmak ise üretmekten geçiyor. “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin ilk yıllarında, Osmanlı’dan devraldığı ekonomik enkaza rağmen gerçekleştirdiği sanayi devrimiyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının temellerini attı.

Türkiye Cumhuriyeti, 96 yıllık tarihi ile nispeten genç bir ülke. Osmanlı Devleti’nden bir enkaz devralan, imkânsızlıklar içerisinde büyük bir Kurtuluş Savaşı mücadelesi vererek bağımsızlığını kazanan ülkenin ikinci savaşı, kuşkusuz kalkınma alanında oldu. Üretmeyen, dışa bağımlı ve borçlu Osmanlı’nın mirasını, üzerine büyük bir savaş sonrası devralan genç cumhuriyet, büyük bir sorumlulukla karşı karşıyaydı. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, halkın büyük fedakârlıklarıyla kurmuş oldukları yeni cumhuriyeti ayağa kaldıracak kararları hızlıca almak, uygulamak ve çok çalışmak zorundaydı. Güçlü ve sarsılmaz bir temel atmak, gelecek nesillere refah içinde yaşayacakları bir Türkiye bırakmak hayaliyle çalışıyorlardı. Hedefleri büyük, yükleri ağırdı.

Sanayi devrimini ıskaladı

Aslında, Türkiye’nin sanayileşme çabaları, iki asırdan fazla bir zamana yayılıyordu.

Genç Cumhuriyet, Osmanlı’dan bir enkaz devralsa da, sanayileşme fikri bu topraklarda 19’uncu yüzyılın başında, Tanzimat ve Aydınlanma hareketlerine paralel olarak ortaya çıkmıştı. Elbette, artık çöküş dönemindeki Osmanlı’nın kurduğu sanayi tesisleri, Osmanlı’nın sanayi devrimini ıskalamasını engellememişti. Ama bunlar, bu topraklarda yabancılar dışında yerli inisiyatifle kurulan sanayi kuruluşlarının ilk pilot çalışmaları olarak adlandırılabilir. Nitekim Genç Cumhuriyet, Beykoz Kundura Fabrikası örneğinde görüldüğü gibi, bunların bazılarını alıp geliştirerek ülkeye önemli faydalar sağladı.

19’uncu yüzyıldan itibaren iktisadî alanda bir tarım ülkesi görüntüsü veren Osmanlı Devleti, sanayi alanındaki faaliyetlerini, küçük ölçekli işletmelerle yürütüyor ve bu faaliyetler daha çok el emeğine dayanıyordu. Bununla beraber, 18’inci yüzyıla kadar harp sanayi, tersane işleri, madencilik, halı ve dokuma gibi alanlarda Avrupa sanayii ile rekabet edebilmekteydi. Ancak Osmanlı Devleti, Avrupa’daki Sanayi Devrimi’ni izleyemedi.

Osmanlı denedi ama başaramadı

Sanayi Devrimi ile Avrupa’da üretim maliyetlerinin büyük ölçüde düşmesi sonucu, rekabet imkânını da kaybeden Osmanlı ekonomisi, 1809 ve 1838 ticaret antlaşmalarıyla önce İngiltere, daha sonra da 1878’den itibaren Bismark Almanyası’nın kontrolüne geçti. Bu ilişkiler sonucunda ipek, demir ve dericilik gibi yerli zanaatlar çöktü. Sonrasında, alt yapı yetersizliği yüzünden yurt içinde yetiştirilen ürünler bile, tüketici pazarlarına ulaştırılamaz oldu.

Bunun sonucunda, 1839’da İstanbul’da 2 bin 752 kumaşçı tezgâhı ve tezgâhlarda yaklaşık 3 bin 500 işçi çalışırken 1869’da tezgâh sayısı 25’e, kumaşçı sayısı 42’ye düştü.

Kötü gidişi durdurmak ve sanayiyi yeniden canlandırmak isteyen Osmanlı Devleti, 1863’te İslah-ı Sanayi Komisyonu’nu kurdu. Ancak bu komisyonda alınan kararların Kapitülasyonlar sebebiyle uygulanamadı. 1913’te “Teşvik-i Sanayi Kanunu Muvakkatı”nı çıkararak sanayiyi teşvik etmeye çalıştı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gayretleri ile ortaya çıkan kanunun Meclis-i Mebusan’daki görüşmeleri sırasında sunulan tasarılarla Osmanlı halkının yerli malı kullanılması konusu üzerinde de duruldu. Ancak Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun kabulünden bir yıl sonra, 1’inci Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine, kanunun istenilen ölçüde uygulanması mümkün olamadı. Buna karşın kanunla bazı başarılar da elde edildi. 1909-1913 yılları arasında Osmanlı toprakları üzerinde 51 anonim şirket varken, teşvikin uygulandığı 1914-1918 tarihleri arasında bu sayı 88’e yükseldi. Aynı şekilde, savaştan önce Türklerin ticarete ve sanayiye katılma oranları tahminen yüzde 10’u bulurken, 1’inci Dünya Savaşı sonrasında, sermaye sahiplerinin önemli bir kısmı Türk’tü.

Osmanlı, makine yapan sanayiye sahip değildi

Osmanlı Devleti’nden, Cumhuriyet Türkiye’sine kalan sanayi mirasının ne olduğunu gösteren en iyi kaynak, dönemin Ticaret ve Ziraat Nezareti tarafından yaptırılan 1913 ve 1915 yılları sanayi sayımı. İstanbul, İzmir, Bursa, İzmit, Manisa, Uşak, Bandırma ve Karamürsel kentlerini kapsayan sayım, Osmanlı sanayii hakkında genel bir izlenim veriyor. Bu dönemde, bazı kentlerde kurulan un ve deri fabrikaları ile Adana ve Tarsus’taki 4 pamuk ipliği fabrikası dışında, sanayi sayımı yapılmayan diğer vilayetlerde önemli sayılabilecek herhangi bir sanayi kuruluşu bulunmuyordu.

Sayım sonuçlarından da görüleceği üzere, Osmanlı Devleti’nde yüksek fırınlar ve metalurji fabrikaları yer almıyordu. İzmir’de bulunan ve montaj niteliği taşıyan buhar makinası, içten yanmalı motorlar, un, sabun, yağ ve havlu ile makarna fabrika tesisatı imal eden 4 fabrika dışında, Osmanlı Devleti makine yapan sanayiye de sahip değildi.

Mevcut sanayi kuruluşlarının çoğu yabancılara aitti

Osmanlı imalat sanayiinin üretim değeri açısından yüzde 70,3’ünü gıda, yüzde 11,9’unu dokuma, yüzde 8,3’ünü deri, yüzde 6,1’ini kırtasiye, yüzde 2,2’sini kimya, yüzde 0,8’ini ağaç ve yüzde 0,3’ünü toprak sanayi oluşturuyordu.

Mevcut sanayideki toplam kuruluşların yüzde 75’i, çalışanların da yüzde 84,8’i dokuma, gıda ve kırtasiye sahasında faaliyet gösteriyordu. Bu kuruluşların 22’si devlete, geri kalanların büyük çoğunluğu yabancılara ve onların himayesindeki yerli gayrimüslimlere aitti. Adana ve Tarsus’ta faaliyette bulunan 4 pamuk ipliği fabrikası hariç olmak üzere sayımı yapılan 264 işletmeden 249’u kuvve-i muharrıkın (çevirici güç) kullanıyordu. Bunların toplam 20,977’i beygir gücünde çevirici güce sahipti. İşletme başına düşen 85 beygir güç, Osmanlı Devleti’ndeki işletmelerin Avrupa’daki çağdaşları ile mukayese edildiği zaman küçük işletme bile sayılamayacağını gösteriyor.

Ülke gerçekleri esas alındı

Sanayi bakımından böyle bir yapıyı miras alan Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk milletine yeni bir yaşam vermek üzere hayata geçirdiği girişimler, milli ekonomi ile ilgili yasa ve kararlar, kamu yararını gözeten büyük yatırımlar, kurulan büyük tesisler, ekonomik alanda gerçekleştirdiği başlıca büyük işler oldu.

Cumhuriyet devriminin ekonomi politikası da diğer alanlardaki politikalar gibi bir kitabi bilgiden değil, ülke gerçeklerinden, milletin gereksinimlerinden besleniyordu. Atatürk,  o dönem bu konuyla ilgili şu sözleri sarf etmişti:

“Özellikle ekonomik faaliyeti dayandıracağımız esaslar, her türlü bilgiyle beraber, doğrudan doğruya memleketimiz topraklarını koklayarak ve bu topraklarda bizzat çalışan insanların sözlerini işiterek belirlenecektir. Sanayi ve ticaretimiz için de aynı düşünüş egemen olacaktır.”

İlk devrim kapitülasyonların kaldırılması oldu

24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşması ile kapitülasyonların kaldırılması, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk ve devrim niteliği taşıyan adımı olarak tarihe geçecekti. Maalesef kapitülâsyonlar, uzun yıllar ekonominin gelişmesini baskılamış, yabancı devletlerin menfaatlerini ön planda tutmuş, milleti ve devleti hiç durmadan sömürmüştü. Osmanlı Devleti’nin dış borçlarının da milletin bağımsızlığa zarar verecek boyuta ulaşması, işleri yabancı devletlerin ülkenin maliyesine karışmalarını gerektirecek hale getirmişti. “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen bir lider için, bu durum kabul edilebilecek bir şey değildi. Lozan Antlaşması ile bu borçlar ödeme koşulları Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına dokunmayacak şekilde güncellendi. Mustafa Kemal Atatürk yönetimindeki yeni devlet, tekrar eski hatalara düşmek istemiyordu.

İlk 20 yılda ülke tarihinin en yüksek büyüme oranı

Genç cumhuriyet ekonomiyi tarım, ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün bayındırlık işlerini bir bütün olarak ele alıyordu. Bu bakış açısıyla, ülkenin ekonomisini kalkındırmak amacıyla önemli atılımlar yapıldı ve milli bir ekonomi dönemi başlatıldı. Bütün bu gelişmelerde devlet ve birey, Atatürkçü devletçilik anlayışına uygun olarak birbirlerine karşıt değil, aksine birbirlerinin tamamlayıcısı olarak görev yaptılar. Ekonomide plânlı kalkınmaya önem verilerek 1933 yılında ilk beş yıllık, 1937 yılında da ikinci beş yıllık plan uygulamaya konuldu.

Cumhuriyet’in ilk 20 yılında yaşanan sıçrama, Türkiye adına tarihindeki en yüksek büyüme oranlarını vermekle birlikte, temel olarak ülkede insanların temel ihtiyaçlarını karşılayacak buğday, un, şeker gibi temel tüketim maddelerinin üretimini amaçlıyordu. 1’inci Sanayi Planı Türkiye’de yoktan sanayi var etme çabalarının en bütüncül ve en proaktif dönemini oluşturuyor. Özel girişimin yeteri kadar sermaye birikimine ve bilgi düzeyine ulaşamadığı bir ortamda, devlet müdahalesi ile sanayi yaratılmasının güzel bir örneğini teşkil ediyor.

1923-1950 yılları arasındaki, Cumhuriyet’in kuruluşundan kısa süre önce düzenlenen Birinci İzmir İktisat Kongresi’nden başlayarak çok partili siyasal ortamın oluşturulduğu, ya da İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği tarihe kadar geçen dönemde, sanayileşme hareketleri, yeni cumhuriyetin sanayi devrimini özetleyen bir dönem. 1’inci 5 Yıllık Sanayi Planı ve uygulaması, bu dönemin en önemli etkinliklerinden biri. 1946-1950 arası ise bir geçiş dönemi olarak nitelendiriliyor.

*Kaynak:

Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı web sitesi

Cumhuriyet Türkiye’sinin Sanayileşme Öyküsü kitabı- Fikret Yücel

1923-1938 Döneminde Türkiye’nin Sanayi Politikası makalesi / Yrd. Doç. Dr. Yaşar Semiz

Atatürk’ün sanayileşme üzerine sözleri

Atatürk’ün ekonomik kalkınma hedeflerini özetleyen ve çeşitli kaynaklarda yer alan pek çok sözü bulunuyor. Bu sözler, kendisinin Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluş felsefesine ilişkin düşüncelerine dair önemli fikirler veriyor:

“Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye liyakat kazanamaz.”

“Ekonomi demek, her şey demektir. Yaşamak için, mesut olmak için, insan varlığı için ne lâzımsa onların hepsi demektir. Ziraat demektir, ticaret demektir, çalışma demektir, her şey demektir.”

‘Milli ticareti yükseltmeye mecbursunuz’

“Eğer tüccarlar bizden olmazsa, millî servetin ehemmiyetli bir kısmı şimdiye kadar olduğu gibi, yine yabancılarda kalacaktır. Onun için millî ticaretimizi yükseltmeye mecbursunuz.”

“Küçük esnafa ve büyük sanayi erbabına muhtaç oldukları kredileri kolayca ve ucuzca verecek bir teşekkül vücuda getirmek ve kredinin, normal şartlar altında, ucuzlatılmasına çalışmak da çok lâzımdır.”

“Endüstrileşmek, en büyük millî davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde mevcut olan büyük, küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz. En başta vatan müdafaası olmak üzere, mahsullerimizi kıymetlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve refahlı Türkiye idealine ulaşabilmek için, bu bir zarurettir.

Nazilli Kumaş Fabrikası’nda, işleyen makineleri incelerken söylediği söz:

“İşte, halka hayat veren gerçek musiki!”

Dönemin sloganı: Dışarıdan aldıklarımızı şimdi kendimiz yapıyoruz

Mustafa Kemal Atatürk, yeni devletin felsefesini şu sözlerle özetlemişti: “Tam bağımsızlık denildiği zaman elbette siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik denmektedir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek manasında bütün bağımsızlığından mahrumiyet demektir.”

Cumhuriyet döneminde Atatürk önderliğinde, kömür, çimento, şeker, pamuk, elektrik, uçak, ipek ve deri fabrikaları kuruldu. Dönemin sloganı şuydu: “Dışarıdan aldıklarımızı şimdi kendimiz yapıyoruz.”

Dünyaya örnek bir ekonomik kalkınma: Atatürk ve Sanayi Devrimi

Üretmeyen, dışa bağımlı ve borçlu Osmanlı’nın mirasını, üzerine büyük bir savaş sonrası devralan genç cumhuriyet, 15 yılda devraldığı 4 fabrikaya 46 fabrika ekledi, işçi sayısını 16 kat artırdı, kalifiye eleman yetiştirdi. Sanayi üretiminin yüzde 80 oranında arttığı bu dönem, tüm dünyaya örnek olan bir ekonomik kalkınma modelini de hayata geçirdi.

Osmanlı Devleti’nden bir enkaz devralan, imkânsızlıklar içerisinde büyük bir Kurtuluş Savaşı mücadelesi vererek bağımsızlığını kazanan ülkenin ikinci savaşı, kuşkusuz kalkınma alanında oldu. 96 yıllık tarihi ile nispeten bugün genç bir ülke olan Türkiye Cumhuriyeti, 5 yılda gerçekleştirdiği sanayi devrimiyle, dışa bağımlılığı ciddi oranda azalttı, yerli üretimi artırdı. Genç cumhuriyetin mirasını devraldığı Osmanlı Devleti, 16’ıncı yüzyıldan itibaren bilimsel ve kültürel bakımdan bir hayli geri kalmış, Batı’nın yaptığı gibi bilgi üretip bu bilgi ile teknolojik gelişimini sağlayamamış, makine üretip fabrika kuramamıştı.

Fabrika kurmak istediğinde makineleri ve o makineleri kullanacak teknik elemanları dışarıdan getiren Osmanlı’nın makineleri, teknik elemanlar ülkelerine döndüklerinde çalıştırılamıyordu. Sanayi Devrimi’yle makineli üretime geçen Avrupa, ekonomik olarak her geçen gün biraz daha gelişirken, Osmanlı Devleti elle üretime devam ettiği için her geçen gün ekonomik olarak biraz daha zayıfladı. Çünkü makine kol gücünü yenmiş, elle üretilen Osmanlı malları makine ile üretilen Avrupa mallarıyla rekabet edemez hale gelmişti.

Osmanlı’dan sadece 4 fabrika kaldı

Tarım devrimini gerçekleştiremeyen Osmanlı, sanayi devrimini de hayata geçiremedi. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kalan sadece 4 önemli fabrika vardı: Hereke İpek Dokuma, Feshane Yün İplik, Bakırköy Bez ve Beykoz Deri fabrikası…

Yazar Şevket Süreyya Aydemir, bu durumu şu sözlerle ifade etmişti: “Türkiye’de o sırada fabrika denebilecek ve çoğu da yıpranmışlıktan veya sahipsizlikten faaliyetini durdurmuş ancak 10-15 müessese vardı… Daha doğrusu Cumhuriyet kurulduğu zaman adına Batı manasıyla fabrika denebilecek müesseseler yoktu. Adlarına pek de fabrika denilemeyecek olmakla beraber İstanbul ve İzmir bölgesinde yalnız 6 yünlü mensucat müessesesi vardı.”

1915’te 282 işyerinin yüzde 85’i yabancılara aitti

1915 istatistiklerine göre Osmanlı Devleti’nde 10 işçiden fazla işçi çalıştıran 282 işyeri bulunuyordu ve bunların 165-170 kadarı İstanbul ve çevresinde, 60’ı İzmir’de, geri kalanı Bursa, Manisa, İzmit ve Adana’daydı. Bu 282 sanayi kuruluşundan yüzde 85’i yabancıların, yüzde 15’i ise Türklerin elindeydi.

1923 yılında Bursa’da sadece 832 ipek işçisi vardı. 1923’te ülkenin 50 bin ton olan şeker ihtiyacının tamamı dışarıdan karşılanıyordu. Yılda 4 milyon kilo deri ithal ediliyor, sanayi işletmelerinin sadece yüzde 4,32’sinde motor kullanılıyordu.

Atatürk döneminde dışa bağımlılıktan uzak duruldu

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, 15 yıl gibi kısa bir sürede kurulan çok sayıda fabrika, kurum ve kuruluşlarla Türkiye’nin hızla büyümesini ve sağlam temeller üzerine oturmasını sağladı. Tarımda, sanayide, ekonomide, sağlıkta, eğitimde, ulaşımda ve savunma sanayinde muasır ülkelerin gerisinde kalmış olan, nüfusun önemli bir kısmının okuma yazma bilmediği ve işgal altında kalan Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı sonrası enkazından Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını ve kısa sürede, birçok alanda yaptığı yeniliklerle ülkenin büyük bir atılım yapması sağlandı. Atatürk’ün hayatta olduğu dönemde kurulan işletme ve fabrikalarla, dışa bağımlı bir politikadan uzak duruldu ve ülkenin kendi ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde gelişmesini planlandı.

Atatürk’ün ilk 10 yıldaki hedefleri

Ekonomik açıdan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk 10 yılı (1923-1933) uygulanacak politikaların arayış yılı oldu.  Bu arayış aslında, Milli Mücadele yıllarında başlamıştı. Atatürk, 1 Mart 1922 tarihinde TBMM’yi açarken yaptığı konuşmasında, uygulanacak iktisadi politikaya ait şu sözleri söylemişti: “Ekonomik durumumuzun önemli amaçlarından biri de kamu yararını doğrudan doğruya alakadar edecek kurumlar ve ekonomik teşebbüsleri ekonomik güç ve teknolojimizin müsaadesi nispetinde devletleştirilmesidir. Ezcümle, topraklarımızın altında metruk duran maden hazinelerini az zamanda işleterek, milletimizin menfaatine açmış bulunabilmek de ancak bu usul sayesinde kabildir.”

Sanayileşmenin temelleri İzmir İktisat Kongresi’nde atıldı

1’inci Lozan barış görüşmelerinin kesintiye uğradığı bir dönemde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yılından itibaren ekonomi alanında izleyeceği politikasının belirlenmesi amacıyla, 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de “Türkiye İktisat Kongresi” toplandı. Kongre’ye Türkiye’nin tarım, sanayi, ticaret ve işçi sınıfları arasından seçilmiş 1135 temsilci katıldı.

Kongrede alınan kararlar

Sanayi Grubu adına hükümete sunulan raporda sanayileşme hareketi, devletin himaye ve teşvikiyle ferdi insiyatifin hamlesi olarak vasıflandırıldı.

Kongrede Sanayi Grubu’nun aldığı kararlar 4 ana başlık altında toplanabilir:

1. Sanayinin Korunması

Ülke ihtiyaçları için yurt içi üretimle karşılanan mallarına yüksek gümrük vergileri konarak ithalatına engel olunması. Ülkede elde edilebilen hammaddelerin ithalatının önlenmesi. Ülkede elde edilemeyen ve sanayinin gelişmesi için gerekli olan hammaddelerin gümrüksüz ithalatının sağlanması, sanayide kullanılacak makine ve parçaların gümrük vergisinden muaf olması ve ülkede bulunmayan sanayi ürünlerinin gümrüksüz ya da çok düşük bir gümrükle ithaline imkân tanınması.

2. Sanayinin Özendirilmesi

Vergi muafiyetlerinin arttırılması, hükümet alımlarında yurt içi ürünlerin yüzde 20 pahalı da olsa yabancı ürünlere tercihi, sanayi kuruluşlarının kurulması ve genişletilmesi için beş döneme kadar arazinin bedelsiz verilmesi, Teşvik-i Sanayi Kanunu’ndan yalnızca Türk uyrukluların, Türk sanayi şirketlerinden de şirket sermayesinin en az yüzde 75’i Türklerin elinde bulunanların yararlandırılması.

3. Sanayinin Finansmanı

Sanayicilere kredi sağlayacak bir sanayi bankasının kurulması.

4. Sanayicinin Eğitimi

Sanayi eğitiminin takviyesi, sanayi mühendislerinin yetiştirilmesi ve sanayi odalarının kurulması.

Kongrede özel teşebbüse önem veren ve devletin ancak özel sermaye ile kurulması mümkün görülmeyen büyük müesseseleri kurmak için ekonomik hayata girmesini kabul eden bir anlayış hâkim oldu ve bu görüş, 1930’lara kadar uygulamada kendisini belirgin olarak gösterdi.

İş Bankası ile Sanayi ve Maadin Bankası’nın kurulması

1924’te Anadolu tüccarları ve bazı politikacıların ortaklığı ile İş Bankası kuruldu. Cumhuriyet döneminin ekonomik karar ve seçimleri ile sanayileşme çabalarında her zaman ağırlığını hissettiren bankanın amacı, tasarrufların millî bir bankada toplanması, teşvik edilmesi, artırılması ve yerli sanayinin finansmanı için fonların oluşturulmasıydı.

1925 yılında ise Osmanlı döneminden kalan devlet teşebbüslerini, özel teşebbüse devredinceye kadar yönetmek, sanayi ve madencilik konularında özel teşebbüsle ortaklaşa faaliyette bulunmak ve bu alanda çalışanlara kredi sağlamak amacıyla Sanayii ve Maadin Bankası kuruldu. 1924’te 15’i yabancılara ait 19 ulusal banka varken, 1938’de banka sayısı sadece 9’u yabancılara ait olmak üzere 39’a yükseldi.

Şeker üretimine başlandı

O dönemde Diğer bir gelişme ise, şeker sanayii alanında oldu. 5 Nisan 1925 tarihinde çıkarılan bir yasa gereğince, gıda sanayiinin kurulmasında ilk hedef olarak, hammaddesi Türkiye’de yetişen şeker sanayii seçildi. O tarihe kadar ithal edilen şeker, bundan böyle -başta Alpullu Şeker Fabrikası olmak üzere- kurulan fabrikalar vasıtasıyla yurt içinde üretilmeye başlandı. 1926 yılında şeker ithalatı devlet tekeline verildi ve başka bir kanunla da şeker fabrikasının ürünlerinin devlet tarafından alınması mecburi kılındı.

Sanayii Teşvik Kanunu

Bu dönemde sanayi alanındaki en büyük atılım, 28 Mayıs 1927’de 10545 sayılı kanunla çıkarılan Sanayii Teşvik Kanunu ile gerçekleşti. Bu yasa hem devletçiliğin anlamını ortaya koyması, hem de milli sanayileşme politikasının başlatıcısı olması nedeniyle ile çok önemli. Aynı yıl yapılan sanayi sayımına göre toplam 65 bin 245 sanayi işletmesinin yüzde 43,59’u tarım, yüzde 22,61’i maden sanayi ve makine onarım ve imalatı, yüzde 14,34’ü dokuma, yüzde 12,10’u ağaç, yüzde 4,41’i bina inşaat, yüzde 1,07’si kimya ve yüzde 1,88’i de diğer sanayi kollarında faaliyet gösteriyordu.

Mevcut işletmelerin yüzde 35,74’üne karşılık olan 23 bin 316 işletmede yalnızca birer kişi bulunuyordu. 4 bin 916 işletmede 1 kişi ve aile bireyleri çalışıyor, 23 bin 332 işletmede ise 2 ya da 3 kişi istihdam ediliyordu.

Fabrika sayısı 10 yılda 2,5 15 yılda yaklaşık 6 kat arttı

Sanayi istatistiklerine göre 1923 yılına kadar açılmış olan ülke genelindeki bütün fabrikaların sayısı 386’ken, 1923-1933 arasında açılan ülke genelindeki tüm fabrikaların sayısı 1087’ye ulaştı. 1. Sanayi Planı’nın yürürlüğe girdiği 1934-1938 arasında açılan fabrikalarla ülke genelindeki fabrika sayısı 2000’i geçti. 1927 yılı genel istatistiklerine göre Türkiye’de 65 bin 245 büyük küçük, motorlu-motorsuz sanayi kurumu bulunuyordu.

1913’ten 1927’ye işçi sayısı 16 kat arttı

1927 yılında 17 milyon değerinde olan mili sanayi imalatının toplamı, 1933’te 120 milyon liralık artışla 137 milyona ulaştı. Bu yükseliş, 1933-1938 arasında da artarak devam etti. 1913’te Osmanlı Devleti sınırları içindeki toplam sanayi işçisi sayısı 16 bin 975’ti. Kurtuluş Savaşı sırasında, 1921’de Anadolu’da yapılan sanayi sayımı sırasında, bütün esnaf dükkânları da dâhil 33 bin 85 kuruluşta 76 bin 216 işçi sayıldı. Her bir işletmeye 2-3 işçi düşmekteydi. 1927’de Türkiye Cumhuriyeti’ndeki işçi sayısı büyük bir artışla 256 bin 855’e yükseldi.

‘Bursa’da fabrikaların sayısı türbelere ulaşsın’

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye’nin dört bir yanına fabrikalar yapılmasını istemişti. Örneğin, Bursa’da kurulan bir dokuma şirketinin yaptıracağı fabrikanın temel atma töreninde, 1 Ekim 1925 tarihinde yaptığı konuşmada, Bursa’da fabrikaların çoğalmasını, hiç olmazsa türbelerin sayısına ulaşmasını temenni etmişti:

“Bursa’da bir dokumacılık şirketi kurulduğunu memnuniyetle öğrenmiştim. Bugün, bu şirkete ait fabrikanın kararını uygulamaya koyması töreninde bulunmak fırsatını, sevinçle karşıladım. Bursa başlı başına bir sanat memleketi olmaya pek kabiliyetlidir. Onun için çok temenni ederim, Bursa’da her şeye ait fabrikalar çoğalsın, hiç olmazsa türbelerin sayısına ulaşsın. Bilindiği gibi bireysel girişimlerin başarılı olması, zor şartlara katlanılması meselesidir. Büyük işler, önemli girişimcilerimizin çalışmalarıyla sağlanabilir. Sayın Bursalıların ufak, büyük sermayeleri bir araya getirerek bu güzel memleketin verimlerinden olabildiğince yararlanacağı hakkındaki kanaatim çok kuvvetlidir.”

‘Endüstrileşmek en büyük milli davamız’

Atatürk’ün fabrikalara büyük önem vermesinin temel nedeni aslında sanayiye, özellikle de ağır sanayiye önem vermesiydi. Bu konuda da şu sözleri söyleyecekti:

“Endüstrileşmek, en büyük millî davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde mevcut olan büyük, küçük her çeşit sanayi kuracağız ve işleteceğiz.”

“Sanayi fabrikalarına ve maden sanayine yönelmiş genel ilgi teşebbüsü sağlayacak çare ve tedbirleri bulmak, değişmez ve hayati ihtiyaçlarımızdandır.”

“Sanayideki teşebbüsler, teşvik edecek ve cesaret verecek mahiyettedir. Fakat memleketin ağır sanayisinin kurulması bitmedikçe her nokta-i nazardan yürek istirahati duymamıza imkân yoktur. Bu sebeple memleketin sanayi teçhizatını tamamlamak için büyük gayret ve dikkatinizi çekmeyi yerinde buluyorum.”

“Ülkenin en belli eksikliğini giderecek olan bu fabrikaları çok geçmeden kurup işletmek hükümetimizin en önde göreceği işlerden olacaktır.”

“Memlekette sanayiye rağbet artmaktadır. Sanayi ve Maden Bankası’nın kudretini artırdığımız takdirde sanayi erbabı daha ziyade himaye görecektir.”

Mühendis olmak üzere yurt dışına öğrenci gönderildi

8 Ocak 1934’te Ekonomi Bakanı Celal Bayar, bütün gazetecilerin temsilcilerini kabul ederek bir basın toplantısı düzenledi. Ülkenin sadece bir tarım ülkesi olarak kalamayacağını, mutlaka sanayileşmesi gerektiğini belirterek, 1’inci 5 Yıllık Sanayi Planı’nın ilkelerini özetledi. Kurulacak fabrikaları ve işletmeleri, işletilecek madenleri, çalıştırılacak işçilerin sayısını ve bütün bu yatırımların kaça mal olacağını açıklamıştır. Ayrıca yeri belirlenmiş fabrikaların adlarını vermiştir. Buna göre en büyük fabrika Kayseri’de kurulacaktı. Sanayileşme için gerekli mühendis ve teknisyenler yurt dışında yetiştirilecekti. O güne kadar yurt dışına gönderilenlere o gün 50 öğrenci daha eklendi.

Kaynaklar:

*1923-1938 Döneminde Türkiye’nin Sanayi Politikası / Yrd. Doç. Dr. Yaşar Semiz

* Güncel Meydan / Tarihçi-yazar Sinan Meydan

kutu

1929’dan 38’e sanayi üretimi yüzde 80 arttı

Atatürk döneminde kurulan fabrikalar sayesinde, 1929-1938 yılları arasında ağır sanayi üretimi yüzde 152, toplam sanayi üretimi yüzde 80 arttı. Kömürde yüzde 100, kromda yüzde 600, diğer madenlerde yüzde 200 yükselme yaşanırken, demir üretimi 0’dan 180 bin tona ulaşmış ve şeker üretimi 200 misli arttı. 1926’da başlayan şeker üretimi, 1927-1930 arasında 5 bin 162 tondan 95 192 tona çıktı. Tekstil sanayi, ülkenin tekstil ihtiyacının yüzde 80’ini karşılar duruma geldi. Tekstil ürünleri ithalatı 1927 yılında 51 milyon Türk lirasıyken, bu rakam 1939’da 11 milyon 900 bin Türk lirasına düştü. 1924-1929 arasında pamuk ürünleri üretimi 70 tondan 3 bin 773 tona, yün 400 tondan 763 tona, ipek 2 tondan 31 tona ulaştı.

Atatürk Döneminde Kurulan Fabrikalar

1. Ankara Fişek Fabrikası (1924)

2. Gölcük Tersanesi (1924)

3. Şakir Zümre Fabrikası (1925)

4. Eskişehir Hava Tamirhanesi (1925)

5. Alpullu Şeker Fabrikası (1926)

6. Uşak Şeker Fabrikası (1926)

7. Kayseri Uçak Fabrikası (1926)

8. Kırıkkale Mühimmat Fabrikası (1927)

9. Bünyan Dokuma Fabrikası (1927)

10. Eskişehir Kiremit Fabrikası (1927)

11. Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası (1928)

12. Ankara Çimento Fabrikası (1928)

13. Ankara Havagazı Fabrikası (1929)

14. İstanbul Otomobil (Ford) Montaj Fabrikası (1929’da anlaşma onaylandı)

15. Kayaş Kapsül Fabrikası (1930)

16. Nuri Killigil Tabanca, Havan ve Mühimmat Üretim Tesisleri (1930)

17. Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası (1931)

18. Eskişehir Şeker Fabrikası (1934)

19. Turhal Şeker Fabrikaları (1934)

20. Konya Ereğlisi Bez Fabrikası (1934)

21. Bakırköy Bez fabrikası (1934)

22. Bursa Süt Fabrikası (1934)

23. İzmit Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası (1934 temel atma)

24. Zonguldak Antrasit Fabrikası (1934 temel atma)

25. Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası (1934)

26. Keçiborlu Kükürt Fabrikası (1934)

27. İsparta Gülyağı Fabrikası (1934)

28. Ankara. Konya, Eskişehir ve Sivas Buğday Siloları (1934 meclis onayı)

29. Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası (1935)

30. Kayseri Bez Fabrikası (1934 temel atma)

31. Nazilli Basma Fabrikası (1935 temel atma)

32. Bursa Merinos Fabrikası (1935 temel atma)

33. Gemlik Suni İpek Fabrikası (1935 temel atma)

34. Keçiborlu-Kükürt Fabrikası (1935)

35. Ankara Çubuk Barajı (1936)

36. Zonguldak Taş kömürü fabrikası (1936)

37. Barut. Tüfek ve Top Fabrikaları (1936)

38. Nuri Demirağ Uçak Fabrikası (1936)

39. Malatya Sigara Fabrikası (1936)

40. Bitlis Sigara Fabrikası (1936)

41. Malatya Bez Fabrikası ( 1937 temel atma)

42. İzmit Kağıt ve Karton Fabrikası (1934 temel atma)

43. Karabük Demir Çelik Fabrikası (1937 temel atma)

44. Divriği Demir Ocakları (1938)

45. İzmir’de klor fabrikası (1938 temel atma)

46. Sivas Çimento Fabrikası (1938 temel atma)