Dünya Gazetesi Yazarı, ekonomist Rüştü Bozkurt, Türkiye’nin yeniden planlı yatırım anlayışına dönmesi gerektiğini söyleyerek, “Makine üretiminde, diğer üretim alanlarında yatırım yapanlar önce ortaklıklar yapmaya özendirilmelidir. Bugün iş yerlerimizin çok küçük ölçekli olmaları nedeniyle, benzer Alman işletmelerinin çok altında verimlilik yarattıklarını biliyoruz” dedi.

Türkiye’de verimlilik, pek çok açıdan ele alınması gereken, hayati bir konu. Genelde popüler anlayışların asıl meselenin ötesine geçtiği bir ortamda, üretimde verimliliği konuşmak pek tercih edilmese de gerçek gündemin bu olduğu da aşikar.

Dünya Gazetesi Yazarı, duayen gazeteci ve ekonomist Rüştü Bozkurt, bu bağlamda, “Dijitalleşmeyi içselleştirmeden slogan haline getirmek, büyük kaynak kayıplarına yol açıyor” dedi. Geleneksel makinelerden dijital donanımlı makinelere geçiş sürecini yönetmenin hayati bir konu olduğunu belirten Bozkurt, bu konunun altını şöyle çizdi: “Siz, geleneksel makinelerinizin zayıf ve güçlü yanlarıyla ilgili bilgiye dayalı fikre sahip değilseniz, dijital uygulama yapanların sizi yanlış yatırımlara yönlendirmesi içten bile değildir.”

Makine üretiminde Türkiye’nin iyi mühendis ve iyi teknisyen yetiştirme konusunda sıkıntıları olduğunu dile getiren Bozkurt, iş yerlerinin kendi imkanlarıyla yaptıkları insan kaynağı yatırımlarının da birbirinden insan devşirme şeklinde olması nedeniyle, caydırıcı etkiler yaptığını ifade etti.

Bozkurt, eğitim konusunda reçetesini ise şöyle açıkladı: “Bana göre strateji çok açık: Üniversite ve yüksek okullarımızı, Humboltçu gelenekten kurtararak, hızla ‘proje-odaklı insan kaynağı yetiştirme’ sistemine geçirmeliyiz. İş insanlarından her gün nitelikli işgücü bulamayanların sıkıntılarını dinliyorum. Devleti de arkasına alan proje odaklı esnek programlı okulları yaymamız için askerlik kolaylığından başka alanlarda kolaylıklar sağlamalıyız.”

Türkiye’de her alanda mevcut orta-düşük teknoloji odaklı üretimden, orta-ileri teknoloji alanına geçiş için yatırım yapılması ihtiyacının arttığına değinen Rüştü Bozkurt, bunun için de geleneksel teknoloji yatırımları kadar, dijital teknoloji yatırımlarının da olduğunu söyledi. Çin’de ihracatın yüzde 24’ü ileri-teknoloji ürünken Türkiye’de bu oranın yüzde 2’ler düzeyinde olduğunu aktaran Bozkurt, işletmeler içinse şu tavsiyede bulundu:

“Türkiye yeniden planlı yatırım anlayışına dönmelidir. Makine üretiminde, diğer üretim alanlarında yatırım yapanlar önce ortaklıklar yapmaya özendirilmelidir. Bugün iş yerlerimizin çok küçük ölçekli olmaları nedeniyle, benzer Alman işletmelerinin çok altında verimlilik yarattıklarını biliyoruz.”

Ekonomist Rüştü Bozkurt ile dijitalleşmeyi, makine sektörünü, üretimi ve verimliliği konuştuk…

‘Ön hazırlık yapmadan kaynakları verimli kullanamayız’

Pandemi ile birlikte hem iş yapış biçimleri hem de ekonominin öncelikleri hızlı bir şekilde değişti. Bu değişime ayak uydurmak için en önemli konunun dijitalleşme olduğu üzerinde duruluyor. Dijitalleşmeden önce, üretim faaliyetlerini daha verimli hale getirmenin yolları nelerdir ve bunun dijitalleşmeye ne gibi katkıları olabilir?

Salgının öncesinde dünya genelinde yaşam biçimleri, yaşam tarzları ve iş yapma tekniklerini değiştiren önemli değişmeler belli bir aşamaya gelmişti. İnsanların geçim örgütlenmelerini üretim, ulaşım ve iletişim teknolojilerinin karşılıklı etkileşiminin yarattığı bütünlük belirler. Oluşan ekosisteme göre çevreyi anlama biçimimiz değişir; süreçlerin akışları farklılaşır ve sonuçlar da değişir. Salgın öncesi ‘dijital teknoloji’ uyumu gündemdeydi. İş yerleri, rekabet edebilir ölçek, rekabet edebilir teknoloji ve rekabet edebilir yönetişim anlayışına doğru hızla evriliyordu. Bunun için beş aşamalı bir model üzerinde yoğun biçimde çalışılıyordu: Birincisi, ‘işinizle ilgili küçük verilere’ hakim olmak gerekiyordu. İşlerimizi atadan dededen gördüğümüz gibi ‘alışkanlıkla’ yapmak rekabet gücümüzü kaybettiriyordu. Kayıtlarımızı iyi tutarak, veriler oluşturarak, verileri değerlendirerek yeni bir ürün ve yeni iş yapma metotları geliştirenlerin uzun dönemli geleceklerini güven altına alabildikleri bir çağa doğru hızla ilerliyorduk. İkincisi, dünya genelinde de ‘büyük veri’ üretimi alabildiğine hızlanmıştı. Kim büyük veriyi ehlileştiriyor, ayıklıyor; işe yarar olanlarından yeni bir nesne-ürün ve yeni bir iş yapma metodu üretiyorsa bir adım öne geçiyordu. Üçüncüsü, üretim ilişkilerinde hiç tanık olmadığımız olgular yaşanıyordu. Sıfır marjinal maliyetle üretim yapılabiliyordu. Mülkiyetinde tek bir aracı olmayan, otele sahip olmayan dünyanın en büyük araç filosunu, otel zincirini yönetebiliyordu. Değişmeler doğrusal değil, geometrik ve katlanarak büyüyordu. İş süreçlerini uçtan uca ölçmek ve kontrol eden sistemler hızla yaygınlaşıyordu. Otomasyon ve otonom uygulamalar insanlık tarihinde ilk kez ‘insanın performansını artırmanın yanında, insanın yerini almaya’ doğru hızla ilerliyordu. İş süreçlerinin ve iş gücü profillerinin değişmesi, önce bir zihniyet değiştirmeyi, üretim örgütlenmesine yeni bir pencereden bakmayı gerektiriyordu. Dördüncü olarak ise; işini iyi tanıyan, küçük ve büyük veriye hakim olup onu olgunlaştıran, yeni oluşumları doğru okuyanların doğru kararlar vermek için ‘zihni modellerinin varsayımlarını sürekli sorgulamaları’ en önemli yönetişim aracı haline gelmişti. Sürekli sorgulanan zihni modeller bizi bir beşinci noktaya taşıyordu. Dünya piyasalarında var olmak için ‘etkin değerlendirme’ yapabilmek gerekiyordu. Verilerin derlenmesi, olgunlaştırılması, tutarlı bir zihni modelde işlenmesi bizi ‘analitik yeteneklere’ yatırım yapmaya zorluyordu. O nedenle işlerini alışkanlıkla yapanların, analizle yapmayanların hızla piyasalardan çekilmek zorunda kaldıklarını gözlüyorduk. Bu, beşinci adım olan analitik değerlendirme ve karar verme, bizi altıncı sorumluluk alanına götürüyordu: Doğru kararlarla, yerel ve uluslararası piyasalardaki ekosistemleri net kavrayarak değer zincirinde ‘doğru konumlanma’ yapmak.Sözün özü, doğru kavramak, doğru kurgulamak ve doğru konumlanmak salgın öncesi gündemin bir numaralı maddesiydi. Eğer önce geleneksel yönetim tekniklerini içselleştirirsek, dijital teknolojinin özünü oluşturan gözleme, ölçme, veri, enformasyon, bilgi, anlama ve anlamlandırma kolaylıklarını daha doğru kavrayabiliyorduk. Küçük veri ve büyük verinin ehlileştirerek, onlardan yeni bir ürün ve yeni bir metod geliştirmeyi manuel ve geleneksel işleme yöntemlerini içselleştirmemiş, zihinlerinde berraklaştırmamış olanlar dijital uygulamalarda da gereksiz atılımlarla bir uçtan ötekine salınmaktadır. İş yaşamında ‘başlangıç noktasına hassas bağlılık ilkesi’ çok önemlidir; bu ülkenin gereği olan ön hazırlıkları yapmadan kaynakları etkin, verimli kullanamayız. Dijital teknolojiye en uygun geçişleri yapmak için önce geleneksel üretim örgütlenmesindeki akışlarla ilgili net verilere, metodu belli bilgilere, uygulamaya geçen anlamaya, bütün paydaşların yaşam zenginliğini artınan anlamlı işler yapabilmeye çalışalım. Dijitalleşmeyi içselleştirmeden slogan haline getirmek, büyük kaynak kayıplarına yol açıyor.

‘İşin sırrı işimizi iyi bilmek’

AİM sektörü, makine kullanarak makine üreten bir sektör. Bu bağlamda, makineleri daha verimli kullanmak için ne gibi önerileriniz olur? Mevcut makineler dışında, akıllı makinelere geçişi hızlandırmak ve böylece verimliliği artırmak için nelere odaklanmak gerekir? 

İşin sırrı ve ilk adımı ‘işimizi iyi bilmektir’. Her işletmede makine-donanım ile süreç verimliliği arasında sıkı bir bağ vardır. Makinelerin kapasite ve teknik olanaklarının birbiriyle bütünleşmesi gerekir. Eğer bir işi tek bir makine, son ürün haline getirmiyorsa; makineler arasında uygun bütünleşmeleri işyeri yönetimlerinin bilmesi gerekir. Mevcut makine-donanımın kapasite ve teknik olanaklarını nerelerde sonuna kadar değerlendirdiğimizi, nerelerde boş kapasite yaratıldığını, makine performansı ile piyasaya sunulan ürünün fiyat-maliyet dengelerine etkilerini, kalite yaratmadaki önemi kavramadan makinede dijital geçiş yapıyorsak bir israf batağına saplanırız.

İşimizi iyi bilmek ve hakim olmak da ‘ölçme’ ile ilgilidir. Dijital teknolojinin yarattığı en önemli etki ‘algılama-sensörler’ ve ‘ölçerek’ işe hakim olmayı sağlamasıdır. Siz, geleneksel makinelerinizin zayıf ve güçlü yanlarıyla ilgili bilgiye dayalı fikre sahip değilseniz, dijital uygulama yapanların sizi yanlış yatırımlara yönlendirmesi içten bile değildir.

Makine donanımları uygulanan dijital teknolojiler makinelerin hızlarını, kapasitelerini, girdi bileşenlerini, ürün tasarımını, ürün kalitesini, ürün işlevselliğini, kalite anlayışını, markasını, hatta imajını hızlı biçimde etkileyebiliyor. Birbiriyle iletişim kuran bağlantısallık, makineler arasında hızla yayılmaktadır. Yapay zeka algoritmaları da ileri otomasyon aşamasından hızla otonom uygulamalar geçiş yaratmaktadır. Bu gelişme nedeniyle, iş yeri sahiplerinin önce geleneksel makinelerde bilgiye hakim olması son derece önemlidir; ondan sonra sensörlerden diğer makine performansını artıracak ‘dijital uygulamalarla’ ilgili ‘ne yapacağını ve nasıl yapacağını’ sorgulayarak zihinde netleştirmiş olmaları gerekir.

Makine ‘nesneler üretmenin’ aracıdır; dönüştürme süreçlerinin önemli bir bileşenidir. Neyi ve nasıl dönüştürmek istediğinizi netleştirmeden yatırım yapmak, yanlışları beraberinde getirir. Geleneksel makinelerden dijital donanımlı makinelere ‘geçiş sürecini’ yönetmek günümüz hayati konularından biridir. İş yeri yöneticilerinin bu konuya gerekli emek ve zamanı ayırmış olmaları gerekir.

‘Dönüştürme maliyeti geriliyor, işlem maliyeti artıyor’

İnsan kaynağı çeşitliğinin yoğun olduğu bu sektörde, mavi yaka ve beyaz yaka bir arada çalışıyor. Dolayısıyla, her iki yaka için uygulanacak insan kaynağı odaklı stratejiler farklı olacaktır. Bugün genel olarak makine sektöründe insan kaynağı politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Her iki yaka için uygulanacak stratejiler, özellikle verimlilik odağında, neler olmalı? İş gücü kaynağı nasıl doğru yönetilir? 

Geleneksel anlamda mavi ve beyaz yaka ayırımında çok önemli ayrışmalar var. Önce belirttiğimiz gibi üretimde ‘iş süreçleri ile birlikte iş gücü profilleri’ bütün teknolojik değişmelerden etkilenmiştir. Bugün üretimin geneline baktığımızda, ülkemizde çok az sorgulansa da ‘dönüştürme maliyetleri’ görece gerilerken, ‘işlem maliyetleri’ artmaktadır. Bunun nedenlerinden biri ticaretin iyice küreselleşmiş olmasıdır. Hukuk sistemlerinden gümrüklere, geçiş ücretlerinden lojistik etkinliklerine, geri dönüşten yeşil ekonomiye uzanan yaygın ve derin bir yeniden yapılanmayla yüzeyiz. Hizmet sektörünün artması, işlemlerin çoğalması beyaz yakayı artırırken; makine donanımındaki bilgi yoğunluğunun ve bilgi katmanlarının artması, otomasyon ve otonom uygulamaların yaygınlaşması, mavi yaka tanımlamasını da değiştiriyor.

İnsan kaynağı ihtiyacı, makine üretimi ve makine kullanımı arasında farklı özellikler gerektiriyor. Makine üretiminde ülkemizin iyi mühendis ve iyi teknisyen yetiştirme konusunda sıkıntıları var. İşyerlerinin kendi imkanlarıyla yaptıkları yatırım insan kaynağı yatırımları da birbirinden insan devşirme nedeniyle, caydırıcı etkiler yapıyor.

Hepimiz her mahalleye bir üniversite açılmasının karşısına dikilmeliyiz. Üniversite önce iyi öğretim üyesi demektir.

Bütün dünya seçkin üniversite öne çıkarırken, biz kalabalıklaştırarak nitelik gerilemesi yaratıyoruz. Örgün eğitim, yeterli mühendis, teknisyen ve diğer ala elaman arzı yaratamazsa, iş yerlerinin sorunu kökünden çözme şansları yoktur.

Bana göre strateji çok açık; Üniversite ve yüksek okullarımızı, Humboltçu gelenekten kurtararak, hızla ‘proje-odaklı insan kaynağı yetiştirme’ sistemine geçirmeliyiz. İhtiyaçlardan hareket ederek, esnek programlarla günün ihtiyaçlarına yanıt veren insan kaynağı yetiştirmeliyiz. İnsan kaynağı konusunda toplumun bütün aktörlerinin bir araya gelerek sorunu çözmesi gerekir: Siyasi irade, bürokrasi, iş dünyası ve STK yönetimlerinin ortak sorundur bu. Kimse darılmasın ama STK’lar bu konudaki taleplerini gerekli ağırlıkta dile getiremiyor.Taleplerimizi isteme ve gerçekleştirme konusunda metot değişikliği ve uygun metotla üzerine gidilmesi. Önemli sorunlarımızın başında gelen bir büyük sorunumuzdur bu.

‘Zaruretin yarattığı maharet’

Mesleki eğitimin çok önemli olduğu sektörlerin başında AİM sektörü geliyor. Meslek liseleri açılıyor, bazıları başarılı da oluyor. Sizce sayıları yeterli mi? İşsizliğin önemli bir konu olduğu ülkemizde, meslek liselerinin daha popüler olması nasıl mümkün olabilir? Bu konuda özel sektörün zaman zaman destekleri oluyor. Sizce yeterli mi? Kamu ve eğitim camiası açısından bakıldığında, eksik gördüğünüz yönler var mı? 

Meslek lisesi açarak işgücü kaynağı yaratmanın başarılı örnekleri var. Ama açılan meslek liselerinden mezun olanların meslek dışı çalışmalarının da sayısız örneği var.

Ben meslek liseleriyle ilgili çok başarılı örnekleri, zaruretin yarattığı maharet olarak görüyorum. Proje odaklı ve ihtisas alanlı olanlar daha başarılı oluyor. Ama Türkiye’nin ihtiyaçlarına karşılayacak durumda değil. İş insanlarından her gün nitelikli işgücü bulamayanların sıkıntılarını dinliyorum. İş yerlerinde mevut çalışanların da toplumsal kültür sapmaları nedeniyle olmaması gereken taleplerle işinden memnun olmamaları gibi sorunlar var.

İyi niyetle açılan meslek okullarının ülkemiz için yeterli olduğunu söylemek yanıltıcı olur. Devleti de arkasına alan proje odaklı esnek programlı okulları yaymamız için askerlik kolaylığından başka alanlara kolaylıklar sağlamalıyız. Ayrıca medya araçlarında bugünkü üniversite anlayışının ne kadar sorun yaratıcı olduğunu da sorgulamalıyız.

Ülkemizde makine üretimi ve kullanımında nitelikli iş gücü arzı için ciddi bir planlama gerektiriyor. Palyatif çözümlerle kendimizi aldatabiliriz.

‘Rekabet edebilir ölçek yaratmada pozitif ayrımcılık’

Son dönemde, yaşanan gelişmeler doğrultusunda yeni ve dijitalleşme odaklı yatırımların önemi arttı. Bununla birlikte, sermaye tedariki ve sermaye yönetimi konusunda firmalar kafa karışıklığı yaşıyor. Mevcut ekonomik ortamda, sermaye temini ve yönetimi nasıl yapılmalı? Devlet destekleri konusunda önerileriniz olur mu?

Doğası gereği sermaye, kıt kaynaktır. Bizim gibi tasarruf eğilimi düşük olan ülkelerde sermayeye erişmek zordur. O nedenle, dış kaynak bağımlılığı vardır. Sermaye tedariki için ülkemizde yasal düzenlemelerden politika diline, mahkeme yapılanmaları ve çalışmalarından belediyelerin izinlerine, OSB’lerdeki mülkiyete odaklı yer tahsisinden, taşa toprağa yatırım yapmadan işyeri oluşturma imkanlarına, sanayinin proje odaklı teşvik sistemlerinden rekabet alan seçiminde önceliklerin belirlenmesine, onlarca sorunumuz var.

Türkiye’de her alanda mevcut orta-düşük teknoloji odaklı üretimden, orta-ileri teknoloji alanına geçiş için yatırım yapılması ihtiyacı artıyor. Bunun içinde geleneksel teknoloji yatırımları kadar dijital teknoloji yatırımları da var. Çin’de ihracatın yüzde 24’ü ileri teknoloji ürün. Bizde ise bu oran; sadece yüzde 2’ler düzeyinde.

Türkiye yeniden planlı yatırım anlayışına dönmelidir. Makine üretiminde, diğer üretim alanlarında yatırım yapanlar önce ortaklıklar yapmaya özendirilmelidir. Bugün iş yerlerimizin çok küçük ölçekli olmaları nedeniyle, benzer Alman işletmelerinin çok altında verimlilik yarattıklarını biliyoruz.

Yatırım yapılacak yer ve bina için özel ihtisas OSB’leri oluşturarak, çıplak mülkiyetle değil, üretim mülkiyeti ile mekan tahsisi, sermaye bağımlılığı önemli ölçüde azalacaktır. Ayrıca rekabet edebilir ölçek yaratma konusunda teşvikte pozitif ayrımcılık yapılmalı, bu finansman araçlarıyla desteklenmeli.

Türkiye’nin rekabet edebilir bir üretim yapısı oluşturmak için sermaye sağlama stratejisi nedir? Bu sorunun yanıtını ben bilmiyorum. Uygulamaların dağınıklığından, tutarsızlığından da endişe duyuyorum. Her alanda olduğu gibi, pragmatik ve popülist anlayışlar zaten kıt olan sermayemizi daha da yetersiz hale getiriyor. Hep birlikte bu konuda projeler üreterek, bugüne kadar taleplerimizi, taşıdığımız yöntemleri de değiştirerek yeni yollar bulmalı ya da yeni yollar açmalıyız.

‘Uyum yeteneği yüksek olan uzun ömürlü olacak’

Pek çok firma için dijitalleşme, hala yavaş ilerliyor. Gerek sermaye gerek yatırım imkanlarının kısıtlı olması gerekse de dijital dönüşümün pandemi ile çok hızlı gelmesi, firmaları zaman zaman zorluyor. Bununla birlikte, dijitalleşme çağına giriyoruz. Siz bu konuda genelde makine, özelde AİM sektörünün geleceğini nasıl değerlendirirsiniz? Bu zorlu ortamda, firmalar neleri, nasıl başarabilir?

Sorunuzun yanıtı çok açık. Dijital dönüşüm kaçınılmaz, işletmelerin uzun ömürlü olanları ne en güçlüleri ne de en akıllı yöneticilere sahip olanları olmayacak. Uyum yeteneği yüksek olanlar olacak. Uyum için de ne olup bittiğini bilmek gerekir. Her işletme siyasi sistemden bürokrasiye, STK’lardan medyaya, dünya genelindeki eğilimlerin fırsat ve tehlikelerinden kendi imkan ve kısıtlarına kadar kendini sorgulamayı becerebilmelidir. Ne diğer üretim alanları ne de AİM için hazır formüler ve reçeteler yok. Her işin ve her iş yerinin önce kendini iyi tanıması ilk adım. İkinci adım, ülke ve dünya ekosisteminde neler olup bittiğinin kavranması.

Burada söylediklerimin virgülü bile eleştiriye açıktır. Gerekçelerle birbirimizi ikna etmeyi öğrenmezsek ne dijital çağı yakalayabilir ne de gelişmiş ülkeler kervanına katılabiliriz.

Üretici dostlar burada söylenenler arasında akla yatkin olmayanlar konusunda ikna edici gerekçeler söylemelidir ki, bir basamak daha yukarı çıkalım.